1 Kasım 2007 Perşembe

Uy Trabzon Trabzon...


Trabzon'um yeşilcem / Küçük Türkiye'm benim / Kırk ayrı kalsam da/ yaşarım her gün seni...


'Her otomobilin içinden yükseliyor Karadeniz'in hızlı ritimli türküleri... Türkiye'nin en küçük ve yokuşlu illerinden birinde, Trabzon'daydık geçtiğimiz hafta.

Trabzon Havaalanı'nda ilk gözüme çarpan 'silahlarınızı bu bankodan alabilirsiniz' yazısı oluyor ve bankonun önü çok kalabalık. Altın işlemeli tabancalar çeşit çeşit. Silahını eline alan büyük bir alışkanlıkla kemerine sokuyor ve gülümsüyor. Şiddetin neden bu kadar tırmandığını daha iyi anlamaya başlıyorum.

Trabzon nazik, hizmet için can atan ama bir anda da Karadeniz'in dalgaları gibi hırçınlaşan insanların kenti. Bulutların arasından Güneş yüzünü gösterdiği an, herkes sokağa atıyor kendini ve ayak üstü sohbetler başlıyor. Binaların eciş büçüş hallerine eklenen çevre yolu ayaklarının Trabzon'un görüntüsünü çirkinleştirdiğini herkesten duymak olası. Trabzonlu, Karadeniz'in kendisinden uzaklaştırılmasını ise, onaylamamış. Kıyıya yapılan duble yol dolgu çalışmalarının boşuna olduğu kanısındalar: 'Karadeniz, kendinden alınanı alır' diyorlar alttan alta öfke duyarak. Sırtını denize dönmüş, denize küsmüş Trabzon.

Çevre yolları için her yerde yıkım yapılıyor. En komik görüntü, bir binanın ön cephe odalarının yıkılması. Beş katlı apartmanın bir bölümü yok. Dairelerin diğer bölümleri duruyor ve insanlar bir şey olmamış gibi yaşamaya devam ediyor. Yıkımın en önemli tahribatı ise, ne yazık ki, yine tiyatroya olacak. Trabzon Haluk Ongan Sahnesi, çevre yolunun bağlantısını diğer yerlere sağlayacak olan köprü inşaatının bir ayağının kurbanı olmak üzere.

Ayaküstü sohbetlerin bir diğer konu ise, Ruslar... Trabzon'a artık komşular (Ruslar) gelmez olmuş. Trabzon'un, Ruslarla gelen rengi ve canlılığı silinmiş ortadan. Geçtiğimiz yıllarda dükkanların önünde gördüğüm, alışveriş yapan Rus otomobilleri ve otobüsleri artık yok. Rus Pazarı'nın adı olmuş size Avrasya Pazarı ve hiçbir özelliği kalmamış. Trabzon Keşanlarını (bir tür kumaş) aldığımız yerin sahibi de bu durumdan yakındı: 'Biz komşuların hepsine Nataşa gözüyle baktık. Kültürsüz adamlar çıktı ortaya ve yeşil dolarlarla buraya gelen kadınları baştan çıkarmaya kalktılar. Şimdi küçük bir balıkçı kasabası gibi kaldık ortada.' Kısacası, işler kesat Trabzon'da...

Ve Sumela... Ziganaların tepesine yapışmış bir manastır. Uzunca bir yol... Dar, virajlı. Eskiden bin bir zahmet yayan çıkılan yere şimdi minibüslerle varmak olası. Yolu tırmandıkça, orman kaplı bir vadinin muhteşem görüntüsü kucaklıyor bizi . Sarp bir dağ. Siyah mı siyah... Sumela adı da siyah, karanlık anlamına gelen Melas'tan alınmış. Karanlık dağın adı manastıra verilmiş anlayacağınız. Dar, dik merdivenleri geçince ulaşıyorsunuz küçük bir avluya. Solda kilise haline getirilmiş, fresklerle süslü doğal kovuk. Küçük ibadet odaları... Ve vadiye egemen bir biçimde beyaz leke biçimli bir kışla mimarisi... İnsan etkileniyor... İncil'den bölümlerin aktarıldığı freskler birer birer sökülüp götürülmüş. Kalanlar onarımda. Görevlilerden biri İsmail. Maçkalı. 'Zamanında, biz dahil kimse sahip çıkmadı buralara... Şimdi buradayız ama geçmiş olsun!' diyor, boncuk mavisi gözlerini kısarak.

Sumela'nın iniş yolu da zorlu. İniyorum. Yukarıdan duyuluyor İsmail'in sesi: 'Uy Tirabizon Tirabizon. İçi kalaylı kazan...'

Gürol TONBUL

Kaynak: AKŞAM /Arşiv


Hiç yorum yok: