
Trabzon şaşılacak bollukta sanatçı, edebiyatçı, tarihçi, din adamı, siyasetçi yetiştirmekle şöhret bulmuş bir şehir. 1800'lerden başlayarak şehrin yakın tarihi üzerine sosyal çalışma yapanlar, Trabzon'un çok hareketli, kültürlü ortamı karşısında şaşkınlık yaşar. Ayrıca Trabzon, İpek Yolu'nun en hareketli limanıdır. Bu coğrafyaya yüzlerce ayrı ırk ve renkte ve çeşitlilikte kültürler bu limanla taşınmıştır. Macar'ından Bulgar'ından Ortadoğu'sundan ve Asya'nın her ırkından çeşitleri hala Trabzon köylerinde bulmamız mümkündür. Şehrin ırk, etnik yapı, dil, folklorü üzerine yapılan çalışmalar, karşımıza dünya coğrafyasının en renkli/en zengin sosyal yapısını çıkartır.
Trabzon'da bugün dahi sıkı edebiyat dergileri, klasik müziği ve bunların lokalleşip gelenekselleştiği sosyal kurumlar hep yaşamıştır. Ancak Trabzon'da en sert sosyal dönüşüm yılları 1980'lerdir ve gözümüzü bu yıllara dikmek zorundayız. Bu süreç 1960'lı yıllarda başlamış tam bir sosyal patlamayla 90'larda doruğa ulaşmıştır. Bu sosyal dönüşüm, şehrin yakın köylerinin şehre akması ve şehirli aydın nüfusun şehirden kaçmasıyla oluşmuştur. 1980'li yıllardan sonra denilebilir ki, bambaşka bir Trabzon çıktı ortaya. Sağ politikacıların hükümdarlık kurduğu ve ideolojik tabiriyle tutucu, bağnaz kalabalıklar oluştu. Aynı şekilde sağ politikacıların koruması ve mafyatik çeteleşmeye evlatlar yetiştirdi.
Bu sosyal dönüşümün köklerini tartışanlar, şehrin cumhuriyet yıllarında ve hala havasını koruyan Trabzon Lisesi ve halk evleri ve öğretmenler okullarıyla büyük bir sosyal genişlik kazandığını, ancak, 1950'lerden sonra, imam hatipler ve köylerdeki Kuran kurslarıyla bu dengenin bozulduğunu, 70'lerden sonra ise şehrin tamamen köylerden inenlerin hakimiyetine girdiğini söyleyegelirler. İşte sağ bir zihniyet bu ortamda kemikleşti. Ve pek tabii bu sağ zihniyet müteahhitleriyle tarihin bu muhteşem şehrini hiçbir estetik kaygı taşımadan paramparça edip, katletti.
Ve sağ zihniyet, en önemlisi, şehrin sosyal kültürü ve sosyal mekanlarını açmadı, aksine azaldı. Tutuculuğun çirkin bir sosyal öfkesi oluştu. Ailenin, kadınlı kızlı rahat alışverişin şehirdeki gücü kaybolmaya başladı. Özellikle genç kızların şehirde rahatça gezip dolaşamadığı bugünler şehir her genç insan için zehirden bir kafes oldu. Ve her Anadolu genci gibi Trabzonlu gençler de, gözlerini, hülyalarını büyük şehre çevirdi. Bu şehirden kaçıp kurtulamayan, hayatını kaybetmiş, bitmiş, kendini ölmüş gibi hisseder.
Ama, en çok okuyanlar kaçıyor, okuyamayanlar kalıyor. Böylelikle yetişmekte olan genç nesle, bilgi, görgü, ağbilik, terbiye, sosyal kültür, efendiliği yetenek ve davranışlarıyla öğretecek aydın kuşak şehri terk ediyor. Şehir kültür olarak kendini büyütemiyor ve genç ve battal gençlerin cirit attığı sokaklar ürkütüyor. Trabzon'un yetiştirdiği aydınlar Ankara'yı, İstanbul'u büyütüyor, Trabzon'un sosyal dokusuna hayrı dokunmuyor. Yani, çok bilgili insanlar yetiştirmiş olmasının Trabzon'a faydası yok. Çünkü, sosyal kontrolü, sosyal dengeyi, ağırbaşlılığı sağlayacak aydın kuşak şehirden kaçtıkça sosyal kültür ağır darbeler alıyor ve mafyatik bir delikanlı kültürünün esiri oluyor. Trabzon ve Anadolu şehirleri, okumuşunu kaybetmenin ağır trajik kazalarıyla yaşıyor.
Okumuşunu şehirde tutacak zengin sosyal mekanlar ve alışveriş, tuhaf tutuculuk, dedikodu ve ağır sosyal kontrol yüzünden yaşamıyor, yani cemaat ahlakı yüzünden şehir 'kasabadan' çıkıp 'eski geniş şehir' kültürüyle şekillenemiyor.
Hemşehri turizmi
Üzerinde çokça yazılmamış, konuşulmamıştır. Ama Trabzon dünya coğrafyasında en çok hemşehri turizmi yapan şehirdir. Karadenizliler dünyanın neresinde olursa olsun, Artvin, Rize, Giresun, Trabzon, memleket ziyaretini, topraklarını, bir kutsal ayin gibi yapmayı geleneklerin en büyüğü, en değerlisi olarak görür.
Bu sadece, yayla şenliği, köy ziyareti, ya da baba mezarını ziyaret anlamı taşımaz. Karadeniz'den yetişenler bir daha iflah olmaz. Başka dünyaları sevmeleri mümkün değil. Fırsat buldukça değil, kudurmuşcasına özlemle memleketlerine akıp akıp sel halinde gelip giderler. Trabzon sanki, dünyaya yayılmış milyonlarca Trabzonlu için, Yahudilerin Ağlama Duvarı gibidir, yani, hangi uzaklıkta olursa olsunlar, gelirler ve uzaktan köylerine bakıp dokunup ağlayıp ağlayıp özlem giderir ve sonra yine para kazanıp yine gelmek için dönerler.
Bu duyguyu birkaç cümleyle anlatmak imkansız. Toprağını ziyaret her duygunun önünde. Karısını, çocuğunu, işini, hatta servetlerini bırakıp coşkuyla Trabzon'a koşarlar. Bu özlem duygusundan öte bir şey. Burada yaşasan desen yaşamaz, belki hepsi kaçmak ister, ama kaçanların hepsi, kanı tutuşarak, gerginlik içinde delirmiş bir sabırsızlıkla her yıl dönümü Trabzon'a şöyle bir dönüp, toprağını koklamak, dokunmak ister.
Karadenizliler'i diğer dünyalardan ayıran özellik budur. Karadenizli olmak demek, işte bu
şiddetli toprak bağlılığı ve sevgisi ve bu tarifsiz dinvari, aşkvari toprağına tapınma.
Karadeniz'in bu dağları, köyleri, dereleri, bu mısır tarlaları, bu deli horonu, bu yağmuru, bu sisi, rüzgarı, dalgaları, Karadenizlileri diğer dünyalıların tatmadığı, anlamadığı derin bir öfkeyle, derin bir tutku ve derin bir aşkla büyüttü. Bu toprak etine, anasına, memesine sıkıdır. Analar'ın anlamı başkadır. Belki bu toprak fazlasıyla şımartıyor, başka aşk tanımıyor, başka ülke sevmiyor. Hepimize şişmiş, fazlasıyla kabarmış özbenlik/özgüven veriyor. Toprağımız yüzümüz gibidir, kaburgalı ve kemikli. Toprağımız, yağmurların, rüzgarların delirip delirip söndüremediği alevdir. Bu alevle konuşur, bu alevle yaşar. Belki bilmiyorsunuz dünyada ağaçtan en çok çocuk düşen yer Karadeniz'dir. Dünyalılar için erkek evlat sahibi olmak talihtir, Allah'ın nimetidir. Karadenizli için erkek evlat sahibi olmak belalar zinciri, felaketler serisiyle ölünceye dek uğraşmak demektir. Sizler bir yerden bir yere yürüyerek gidersiniz, Karadenizli için hayat, her yer, her şey 'tırmanılan' bir yüksekliktedir.
Karadenizli bu kudurmuş coşkunluğu açığa vuramadığı her zaman hayata küser, acılar çeker. Kendisini kaybetmeden kendinden geçmeden bir yaşama kültürü bilmez, yapamaz. Coşku, kuvvetin ifadesidir. Ve sanki, sakin olmak dini bir yasak, suçların en büyüğüdür. Horondu, kemençeydi, futboldu, bu yüksek enerjiyi biraz doldurdu, ama, yetmiyor, bu yüzden Trabzon, oradaki genç erkekler için çelikten bir kafes, kaburgalarını sıkıştıran demirden bir gömlektir!..
Şimdi birkaç, linç kültürü üzerine laf etmek istiyorum. Aydınlarımız güçlüyse sokak zayıf güçsüzdür, sokak güçlüyse aydınlarımız zayıf, beceriksizdir. Sokak galeyan meydanıdır, tarihin her döneminde her çağında sokak başıboş heyecanlarla toplumları patlatmıştır. Sokak, biçimsiz öfkelerin meydanı. Sokak, kabaran, aniden taşan, kendini kaybeden şuursuzluğun yeri. Bundan elli yıl önceye gitseniz Beyoğlu baskınıyla aynı yere varırsınız, iki asır önceye gidip, mesela, Ankara'da bir Yahudi'nin Kuran'ı helaya attığı asılsız haberi üzerine halkın galeyana gelip Yahudilere saldırdığını görürüz. Batı'da sokakta cadı avları, dedikodu, ispiyon, ihbar, fısıltı, ajanvari, provokasyona açık olan başıboş kitlenin kendisidir.
Aydınların görevi
İşte bu yüzden modern toplum, sokağı başıboş bırakamaz, bu öfke selleri oluşmadan mitinglerle süslenmeli meydanlar. Tedbiri çoktur modern toplumun. Modern toplumun tedbiri 'sosyalleşme' ve sosyal aydınlanmadır. Eğer aydınların vahşileşip holdinglerin beslemesi haline geliyor ve bu 'sosyalleşmeye' hizmet etmiyorsa, sokağın, bugün bayrağı bahane eder, yarın başka şeyleri, ama toplumu paramparça hale getirir.
Yani, sokaktaki ham heyecanlar, biçimsiz öfke ve taşkınlıkları, gazeteler/aydınlar/sorumlu mevkidekiler üstüne alır. Biçimsiz öfkeleri estetize işi, aydınların. Yumuşatmak, yatıştırmak, aydınların işidir. Toplumu rahatsız etmeyecek, tam tersine bu öfkeleri edebi metinlerle yüksek yüce bir kültürün içine dökmeyi aydınlar yapacak!..
Şöyle. Aydınların varlık nedeni, sosyalizasyondur. Aydınlar sokaktaki taşkınlıkları kontrol edebilir kalıplara, estetik kalıplara mutlaka sokabilmeli. Edebiyat, tiyatro, hikaye, sanat ve enfes denemeler, makaleler bunun için vardır ve Türkiye'nin bu sütunları bolcadır.
Çünkü insanoğlu yaşadıkça öfkeler, nefretler, heyecanlar gümbür gümbür yaşayacaktır. İnsanoğlu yaşadıkça, vurma, kırma, kesme, biçme, başkasından nefret, kovma, duyguları hiç bitmeyecektir. İşte bu ham insani duyguları estetize edecek modern toplumdur. Eğer aydınlar devreye girip bu ham heyecanları yazılarına, eserlerine taşıyamıyorsa orası artık ormandır.
Aydınlar, kurguyla, sinemayla ya da makalesiyle devreye girer. Sahici, insani nefret ve çatışmaların aynısını, benzerini yaşatarak katarsis, boşalma, günümüz deyimiyle gazını alır ama en önemlisi yüce estetik değerler oluşturarak...
Yani, aşırı heyecan, aşırı öfke, aşırı nefret, kızılacak şeyler değildir. Aksine daha çok kızgın daha çok çılgın heyecanlara ihtiyacımız var. Hayat böyle bir şeydir. Ancak bu öfkeleri bir başkasına, topluma zarar vermeden kullanabilmek de büyük marifet. Yoksa ilkel bir kabile savaşında birbirimizi doğrarız. İşte aydın, bu öfkeleri hayatımıza estetik tadlarla geçirmeyi başaranların genel adıdır.
Ancak bir pisikopat vaka, bir bozuk tür olarak şöyle bir aydın türü ülkemizde moda oldu, 'heyecanları' öfkeleri, sevinçleri, her türlü insani tepkiyi dahi 'psikolojik bozukluk' olarak görüyor. Tam tersi, pisikopat olan kendisi. İnsana dair olan şeylerin hepsi insanidir. Olmaması hastalıktır. Bir toplumda öfke yoksa o zaman üzülmeliyiz. Ve aydının ilk görevi, bu taşkın sert çelikten öfkeleri estetize edebilmesidir...
Şimdi ikinci dersimize geçelim. Bir ülkede, ülke sevgisi, toprak sevgisi, bayrak sevgisi, aydınlar tarafından sahip çıkılması gereken bir duygu. Bayrağı ve toprağı ve ülke değerlerini keşfedip tadlandırıp halka anlatacak olnalar da aydınlardır. Tabii holding beslemesi aydınlardan bunları bekleyemeyiz. Aydınlar, çapulcudan, ipini kopartmıştan, çok daha kaba, çok daha ilkel tutkuların/menfaatlerin esiridir, medyamızda!
Sizler bu değerlere sahip çıkamazsanız, bu kutsal değerler başıboş serserilerin, holdinglerin, çapulcuların, sokak kabadayısı ve mafyacıların ve şuursuz galeyanların konusu olur...
Nihat GENÇ
Kaynak: Akşam / Arşiv
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder