
Memleketim yiğit ve şanlı Trabzon, son yıllarda, son aylarda, son günlerde ne hikmetse hep gündemde. Onu gündeme taşıyan kotarılmış, kurgulanmış, kışkırtılmış olaylardır.
Çünkü iç ve dış mihrakların yozlaştıramadığı, piçleştiremediği, memleket sevdası hisarından bir taş düşüremediği, küresel hiçleşme rüzgârları ile sarsamadığı; hain ve menfur emelleri, hülyaları için üst olarak kullanamadığı; insanını hiçbir vaatle özünden, millî hassasiyetinden koparamadığı anlı-şanlı, ender ve şerefli şehirlerin başında geliyor da ondan.
Trabzon’u, Trabzonluyu linç etme harekâtının itici gücü, bu şehrin şan ve şerefinin tescilidir.
Bu Şehzâde şehir, bu cihan padişahı yetiştirmiş şehir, atalarının şanına yakışır dik ve onurlu duruşu münasebetiyle; hainler çetesini fena halde kızdırıyor.
Vatan, millet ve bayrak sevgisi onların sinsî emelleri önünde Ağrı dağı gibi, Kaçkarlar gibi aşılmaz bir engel teşkil ediyor da, ondan.
Bol maaşlı küresel kiralık kalemler, müstemleke aydınları, liberal, bozguncu şom ağızlar Trabzon diyor da başka bir şey demiyor.
“Oy Trabzon, Trabzon../İçin kalaylı kazan!” der Türküleri bu şehrin.
‘Kalaylı kazan’ temizlin, arılığın, duruluğun, aklığın, kirlenmemişliğin, yozlaşmamışlığın, sütü bozulmamışlığın, kök ve gök bağları ile göbek bağını koparmamışlığın; vatanın ilelebet payidar olması için ant içmişliğin, özündeki mayanın ana sütü kadar, bir gecenin kirlenmemiş kar’ı kadar gökçe ışıklar kadar temiz olduğunun belirtisidir.
İçi çıfıt çarşısı, katran karası, kömür karası, kazan dibi olan, kök ve gök bilgiden nasipsiz, sürü idrakine sahip dünya vatandaşları; bu yiğit ve asil ruh kalesinde sözde bir gedik açmak, bu şehri de küresel kimliksizlik panayırına çevirmek ve aralayacakları kin ve nefret kapısından, huruç harekâtı ile ağalarını memlekete buyur etmek için büyük bir gayret sarf ediyor.
Dıştan destekli, işbirlikçi, uşak ruhlu, köle zihniyetli, kimliksiz entel bozuntuları sürüklendikleri, nemalandıkları yanaşma ‘kanalları’ vasıtasıyla, bu şehrin aşılmazlık, girilmezlik düğümünü, destek aldıkları ağalarının/ağyarın kanlı kılıcıyla, maddî kudretiyle çözmeye çalışıyorlar. Ama nafile bir gayret içindeler. Çünkü, bu şehrin mayasında asalet vardır: Kiralık kalemlerin, köksüz liboşların nasipsiz ve yoksun oldukları asalet.
Hani bir zamanlar, bir millî eğitim bakanı, “şu okullar olmasa, millî eğitimi ne kolay hallederdim” meâlinde, traji-komik bir lakırdı etmiş ya. İşte uşak ruhlu, yanaşma meyilli küresel kapı kulları da, içlerinden, ah şu Trabzon olmasa, ülkeyi ne de güzel içten kuşatır ve küresel ağalarımıza sunardık, demektedir.
Utanmadan, arlanmadan, onur ve şahsiyet gibi mahiyetlerden uzak, boş teneke kimlikleriyle, erdem ve üstünlük sayılması gereken özellikleri, kamuoyuna kötü bir alışkanlık diye, ‘cinayet sebebi’ diye lanse etmektedirler. Bu medya maymunları, bu kanal yılanları içinde ne yazık ki, Karadenizli olanlar da vardı; asıl ve asil Karadenizli ruhundan uzak, ‘Kara-denizliler’di onlar.
Trabzon’da neler oluyor diye, vatan hainleri hep bir ağızdan yaygara koparmaya başladı. Trabzon’da olan bir şey yok. Çok şükür, Trabzon, bildiğiniz, bildiğimiz Trabzon.
Sizin çöplüğe/kimliksizlik çukuruna dönmüş içinizde bir kaynaşma, oynaşma var.
Yedeğiniz herzelerin kokuşması çıkıyor ağzınızdan. Mide ve fikir fesadına uğramışsınız. Kargaşa ve kaos sizin beyninizde. Hafızasını ve hatırasını kaybeden, şok bir travma geçiren, mankurtlaşan, kültürüne, ahlâkına, millî ve mânevî cevherine yabancılaşan sizlersiniz.
Ne Türklükten haberiniz var, ne İslâm’dan. Ermeni diasporası bile sizin yanınızda daha Türkiyeci kalır; müteveffa Hrant Dink bile sizden daha sağlıklı ve insanî düşünmekte idi. “Bu topraklarda gözüm var, fakat üstünde değil; altında!” diyordu. Gönül istemezdi ama, ne yazık ki, öyle de oldu. Ama sizin gözünüz toprağın altında değil, üstünde. Bir gün gözünüzü toprak doyuracak nasıl olsa.
Siz kraldan fazla kralcı, Ermeniden fazla, ermeni; düşmandan daha fazla düşmansınız bu ülkeye. Çok şükür ki, sayınız genel ülke kütlesi yanında devede kıl bile değil. Medya maymunları, televizyon şempanzeleri gibi yekinip durmanız, size bir güç olduğunuz ve ülkeyi değiştirip, dönüştürebileceğiniz, piçleştirmenin başını çekebileceğiniz vehmini verse de, boşuna ümitlenmeyin. Vatanın asil evlâtları sizleri tokatla, tükürükle boğar. Bu ülke ne hainler gördü; fakat hainler ülkenin zevalini hiçbir zaman göremeden göçtü bu dünyadan.
Sizlerden ‘aydın’ değil, idare lâmbası bile olmaz. Siz bir deveci feneri kadar bile ışık saçamazsınız. Işık maddeden değil, özden, cevherden, manâdan, ruhtan gelir. Siz başkalarının itmesi, ivmesiyle hareket edebilen, şekilsiz, amorf, köşesiz, şuursuz ve kimliksiz birer kadavrasınız. İradeniz elinizden alınmış. Fikirleriniz, size ait değil; siz, size öğretilen, ezberletilen ihanet retoriğini sayıklıyorsunuz. Gürültünüzün çokluğu, içinizin boşluğundandır. Bilirsiniz, boş teneke çok öter. Isıracak köpek havlamaz.
Erdemli insanlık literatüründe muteber bir yeri olmayan, kimliksiz bir diskurla konuşuyorsunuz. Söyleminiz sulu-sepken bir samimiyetsizlik ifadesi.
Biz de, bir insanın nahak yere öldürülmesine üzülürüz. Hiçbir fikir ve hatta eylem, bir kişinin öldürülmesi, ailesinin perişan edilmesi için sebep ve gerekçe olamaz. Zaten “bir insanı öldürmek, bütün insanlığı öldürmek” hükmündedir. Bu hüküm Kopenhag Kriterlerinde yazmadığı için bilemezsiniz. Bu hüküm size nasip olmayan İslâm kültürünün eseridir. Siz işin şovunda, gösterişinde, reklâmında; övünmeci, yaranmacı, özgürlükçü, hümanist görüntüsündesiniz.
Hrant Dink’in ölümüne, babasının cansız bedeni karşısında irkilen genç kızına; büyük, dipsiz bir uçuruma düşen eşine üzüldüm; fakat sizin gibi şov yapmadım, gösteriş içinde bulunmadım. Aksine bir Türk ve Müslüman olarak, bir Ermeni ailesi için, içimden dua ettim. “Rabbim” dedim, “bu aileye sabır ve metanet ver; bundan sonra hayatlarını korkusuzca devam ettirebilmeleri için onlara fırsat ve imkân ver..”
Şunu da belirteyim ki, müteveffanın, “Türk’ten boşalan kirli kan..” ifadesine fena halde bozulanlardan biriydim. Mesele, asıl maksadı sinsî bir kelime oyunu ile cümleye sindirme mi idi; yoksa farkında olmadan yapılmış bir kelime ve anlam yanlışlığı mı?; onu kesin bilemiyorum. Ancak kafamı kurcalayan şu ki, ‘ürkek güvercin’ eksenli o güzel ve akıcı yazıyı, o güzel Türkçe ile yazan biri, kan-Türk-kirli-Ermeni gibi metaneli kelimelerden bir cümle kurarken, manâ kaymasına, yanlış anlaşılmaya, farklı yorumlanabilme ihtimaline karşı bu kadar bigâne olabilir mi? Ama artık kendini savunma ve sözünü tevil etme imkânı olmayan bir ölünün ardından konuşmanın anlamı yok.
Şu bilinsin ki, Türklük hassasiyeti sadece Ermenilere karşı kullanılan bir şey değil. Aynı hassasiyet Türk düşmanı, Türkler için de kullanılmaktadır. Sizler fikir namusunun ve fikir özgürlüğünün gerektiği erdemi göstermiyorsunuz. Milliyetçilik, milletini sevmektir; diğer etnik kimselere kurşun sıkmak değil. Ama siz, milletini, vatanını, kültür değerlerini sevmeyi nerede ise, ülke için bir belâ gibi göstererek, gençlerin aklını karıştırıyor, içini boşaltıyor, onları sekülerleştirmeye çalışıyorsunuz. Asıl ülkenin başına belâ getirecek olan bu sakat fikirdir, onu göz ardı ediyorsunuz. Fırsat bu fırsat deyip, kin kusan kalemler, gerçekten de içlerindeki ‘Ermeniliği’ ortaya çıkardı. Bu açıdan iyi de oldu. Türk milleti bir kez daha gizli hainleri keşfetmiş oldu.
Demek ki, “hepiniz Ermensiniz” öylemi? Meğer ne çok Ermeni varmış ülkemizde.
Hayır ben asla Ermeni değilim! Türk ve Müslüman’ım; fakat Hrant Dink’in öldürülmesine sizden çok üzüldüm. Katili, azmettirenleri, reşit olmayan bir genci kullanarak menfur emellerini, küresel projelerini gerçekleştirmeye çalışanları şiddetle, hiddetle lânetliyor, telin ediyorum. Tabiî sadece bunu değil; birileri tarafından kullanılan sorunlu bir genç yüzünden, asil ve vatan sever bir şehri; anarşiye, teröre, yabancı ideolojilere, yerli yıkıcılıklara, vatan hainlerine geçit vermeyen bu şerefli bir şehri; daha da genelleme yaparak bütün Türk milletini, Türk insanını karalama kampanyası başlatan, millî ruhtan kopuk, hainler taifesini de aynı şiddet ve öfke ile lânetliyorum…
Hayır, hepimiz Ermeni değiliz, hepimiz insanız ve insana yakışan, başkasına kurşun sıkmak, vatanı bölmek değil; içinde hainlik gizlemeyen öteki ile dost ve kardeş olmaktır.
“Beri gel barışalım, yâd isen bilişelim!” demiş bizim Yunus. Bizim Yunus, “yetmiş iki millete bir göz ile bakmayı’ önermektedir insana; ayrımı, kışkırtıcılığı ve bölücülüğü değil!
Siz hangi kutuptasınız?...Arada sırada aynaya bakmayı ihmal etmeyin: Gerçeği göreceksiniz!..
NOT: ‘Ürkek güvercin’ retoriğinden vazife çıkarmaya çalışan ve menfur bir hadiseyi kullanarak bütün Türk milletine hakaret eden onlarca kalemden birine yazdığım cevabı aşağıda takdim ediyorum:
“Pek muhterem,
Elbette bir insanın öldürülmesi için normal şartlarda hiç bir şey gerekçe olamaz. Zaten nahak yere bir insanı öldüren, bütün insanlığı öldürmüş hükmündedir. Ve hiç bir sağlıklı insan, bir başka insanın öldürülüşünden derin bir haz duymaz. Ancak, böyle durumlarda mutedil olmak, ortamın durulmasını beklemek, olayın aydınlanması için sabır ve metanet göstermek gerekir. İki gündür yazdığınız yazı, size yakışmayan yaranmacı, yaygaracı, ajite edici, bak ne duygusal yazmış diye taraftar toplama psikolojisi ile yazılmış, sulu-sepken, sığ ve inandırıcı olmayan, Ermeni diyasporasından birini hatırlatan bir yazı. 17 yaşındaki kullanılmış bir gençten yola çıkarak, bütün Türk milletini, Türkiye'yi bu kerte dile dolamak samimi bir Ermeni ağıtından ziyade başka maksatları hatıra getiriyor. Ermeniden daha fazla Ermeniliğe soyunmak, beraberinde hangi payeyi, hangi ödülü, hangi onuru kazandırır bir gazeteciye? Milliyet’ten Fikret Bila’nın yazısını sâkin bir kafayla oku da, ağırbaşlı, yazana itibar kazandıran, yansız, objektif, aceleci ve acemice olmayan; ekseni/nirengi noktası, duruş sağlamlığı, mensubiyet-mesuliyet duygusu olan bir yazı nasıl yazılır öğren bir zahmet!”
Olcay YAZICI / olcayyazici@musiad.org.tr
Kaynak: http://www.sanatalemi.net
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder