25 Kasım 2007 Pazar

Trabzon'un Kültürel Meseleleri


Trabzon, Kanunî Sultan Süleyman’ın doğduğu, Yavuz Sultan Selim’in 22 yıl boyunca valilik yaptığı, Fatih Sultan Mehmet’in fethettiği, Gülbahar Hatun ve Ahi Evren Dede gibi büyük şahsiyetlerin topraklarında metfun olduğu bir tarih, kültür ve sanat şehridir. Fakat günümüzde şehrin bu özelliklerini yeterince ve gereğince muhafaza edemedik. Bu gibi değerlere kayıtsız kalınınca; onların bıraktığı boşluğu hiç de onaylamadığımız, arzu etmediğimiz bir kısım çirkeflikler doldurdu. Son yıllarda Trabzon’un imajı zedelendi.

Karadeniz’in incisi Trabzon’un kültürel meseleleri her geçen gün çığ gibi büyüyor. Her şeyden evvel Trabzon’da bir kültür merkezi ve konferans salonu eksikliği vardır. Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezi yıkıldı. Yerine yeni ve daha modern bir kültür merkezi yapılacaktı. Fakat söz konusu merkezin molozlarının kaldırılması dışında henüz ciddi bir çalışma yapılmış değildir. Madem çalışmalar bıçak gibi kesilecekti o zaman bu binayı niçin apar topar yıktınız? Sırf bu yüzden Trabzon’da aylardan beri ciddi bir kültürel faaliyet yapılamıyor. Öte yandan Kızlar Manastırı’nın restore edilerek Çağdaş Sanatlar Müzesi’ne dönüştürüleceği dillendirilip duruluyor. Fakat bu alanda da somut bir atılım göremiyoruz.

Trabzon’da çocuklarımız, gençlerimiz ve erişkinlerimiz kitap okumuyor. Kitaplarla beslenmeyen insanların edebî duygularının gelişmesini, kültür, sanat ve edebiyat alanında derinleşmesini bekleyemezsiniz. Bu hususta sayın valimiz Nuri Okutan Bey’in tüm okullarda başlattığı “her gün yirmişer dakikalık okuma çalışması”nı takdirle karşılıyorum. İstatistiklere göre Ege ve Akdeniz bölgelerindeki öğrenciler sınavlarda daha başarılı oluyorlar. Çünkü o bölgelerin çocukları bizimkilerden daha çok okuyorlar. Onun için sınavlarda kavrama güçlüğü çekmiyorlar. Okullarda yirmişer dakika okuyan çocuk, kitapların dünyasına adım atmış oluyor. Bu, zamanla bir heves hâline dönüşüyor. Bunu evdeki okumalarla ileriye götürüyorlar. Fakat gariptir ki bu uygulamaya bile karşı çıkan sivil toplum kuruluşları var Trabzon’da.

Trabzon’da kültür, sanat ve edebiyat alanında maalesef ciddi teşkilatlar yok. Bir zamanlar bizler, Murat Yüksel’in öncülüğünde Karadeniz Yazarlar Birliği’ni kurmuştuk. İlk yıllarda bu teşkilat çatısı altında son derece güzel işler yapıldı. Birlik bünyesinde onlarca kitap yayınlandı.”Yunus” isimli kaliteli bir dergi çıkarıldı. Fakat bir süre sonra bu bölgenin en büyük hastalığı olan “baş olma sevdası” yüzünden söz konusu birlik “tabela birliği” seviyesine düştü. Belediye bile bu kuruma tahsis ettiği yeri geri aldı, dışarıda kaldılar. Şu anda tabela asacak yerleri bile yok. Büyük emeklerle bir yerlere getirilmiş kurum harcanmamalıydı.
Son yıllarda Trabzon’da Türkiye genelinde teşkilatlanan kültür, sanat ve edebiyat oluşumlarının şubeleri açıldı. Türkiye Yazarlar Birliği, İlesam gibi… Fakat hiçbiri de ciddi işler yapamadılar. Şairleri, yazarları, kültür ve sanat adamlarını kucaklayamadılar. Yazarlardan destek bulamadılar. Daha sonra Çağdaş Yazarlar Derneği kuruldu. Aslında yeni teşkilatlar kurmak yerine, bir araya gelinip tek bir kurum oluşturulabilseydi daha faydalı olurdu. Zira birlik ve beraberlikten güç doğar. Fakat bunu bir türlü beceremediler.

Türkiye’nin pek çok şehrinde çok ciddi sanat, edebiyat ve fikir dergileri çıkarılıyor. Mesela Malatya’da Türkiye çapında dağıtım ağı olan Nida ve Somuncu Baba dergileri neşrediliyor. Kayseri’de Berceste, Adana’da Güneyce, Gümüşhane’de Cümle, Bilecik’te Kardelen dergileri yayınlanıyor. Örnekleri çoğaltabiliriz. Trabzon niçin bu alanda başı çekmiyor. Trabzon’un neyi bu şehirlerden eksik ki!... Bu alanlarda öncü olamayan bir şehrin ‘kültür şehri’ olma vasfı tartışılır. ‘Kültür şehri’ ifadesini dilimize dolamakla kültür ve sanat şehri olunmaz. Kültür şehrinde her gün birkaç faaliyet olur, insanlar nereye gideceğini şaşırır.

Bugün Trabzon’da aylık yayınlanan hiçbir kültür sanat, edebiyat içerikli yayın organı yoktur. Kıyı dergisi iki ayda bir, Mortaka üç ayda bir yayınlanıyor. Sürmene’de Sürmene Lisesi bünyesinde Tekne isimli pırıl pırıl bir öğrenci dergisi yayınlanıyor. Bunların dışında Trabzon’da kayda değer edebi bir yayın yoktur. Bu saydığım dergilerden biri olan Kıyı dergisi belli bir kesime sesleniyor. Kemikleşmiş bir şair ve yazar kadroları var. Oysa bölgesel dergiler belli bir düşüncenin yayın organı olmamalıdır. Şayet belli bir kitleye odaklanırsanız genel okuyucu kitlesinden destek göremezsiniz. Bu durumda hatayı kendinizde aramalısınız.

Trabzon’la ilgili karamsar bir tablo çizdiğimin farkındayım. Fakat kültür alanında olumlu şeyler olmuyor değil. Mesela Zeytinlik’teki eski vali konağının Vali Nuri Okutan’ın ve Faruk Özak’ın himmetleriyle sanatçılara tahsis edilmesini çok önemli bir açılım ve atılım olarak görüyorum. Bunda emeği geçenlere, özellikle Karikatürcüler Derneği Trabzon Temsilcisi Adnan Taç’a şükranlarımı sunuyorum. Sanatçıların tek çatı altında toplanmasına zemin hazırladılar. Fakat mühim olan bundan sonraki süreçtir. Burayı verimli kullanmak gerekir. Ramazan Bayramının son günü bu binada sanatçıların, edebiyatçıların bayramlaşma merasimi vardı. Fakat katılımcı sayısı oldukça azdı. Bu da gösteriyor ki sanatçılar bir araya gelmekte zorlanıyor. Sanatçılar birbirlerini desteklemiyorlar ki halktan destek beklesinler.
Eskiden Trabzon’da ramazan aylarında kitap fuarları açılırdı. Şairler ve yazarlar Trabzon’a çağrılarak okuyucularla buluşturulurdu. Bu etkinlik yıllardan beri yapılmıyor. Ramazanlar bu yüzden sönük ve heyecansız geçiyor. Gerçi Şana’daki Dünya Ticaret Merkezi’nde birkaç kez kitap fuarı düzenlendi. Fakat organizasyondaki aksaklıklar ve beceriksizlikler yüzünden ne yayıncılar, ne de okuyucular memnun kaldı. Fuar alanı şehirden uzak kaldığı için organizasyon beklenen ilgiyi görmedi.
Fakat kötü örnek emsal olmaz.

Önceki yıllarda Trabzon’da şairler şöleni yapılırdı. Bu etkinlik kapsamında ülke çapında ün yapmış pek çok şair Trabzon’a çağrılırdı. Trabzonlu şairler de bu organizasyonda yerini alırdı. Kitaplarda şiirlerini okuduğumuz ve büyük hayranlık duyduğumuz şairlerle yüz yüze konuşma imkânı bulurduk. Şölenlere katılan şairlerin şiirleri kitap haline getirilerek ilgililere ücretsiz dağıtılırdı. Bu faaliyetler şehre özgün bir kimlik ve hareket kazandırırdı. Yok artık böyle şeyler… Peki, ama neden? Bu kentin sanat damarı mı kurudu? Ne oldu?

Bundan evvelki yerel yöneticiler belediye bünyesinde yüzlerce kitap yayınlayarak, bunları ücretsiz olarak halka dağıtırlardı. Bunun için belediyenin kasasından bir kuruş çıkmazdı. Hayırsever insanların desteğiyle yapılırdı bu işler… Gerçi bu dönemde de birkaç ciddi kitap yayını gerçekleştirildi. Fakat bu yeterli değildir. O dönemde Trabzon çeşmelerle donatılmıştı. Fakat günümüzde o çeşmelerin muslukları bile söküldü.

Yerel yönetimler sanata destek vermelidir. Eskiden Trabzon’da kültür sanat faaliyetleri bugünle kıyaslanamayacak kadar yoğundu. Belediyenin öncülüğünde büyüklere yönelik şiir ve kompozisyon yarışmaları yapılırdı. Bu yarışmalara yurdun dört bir yanından insanlar katılırdı. Bunlar son dönemde bıçak gibi kesildi. Birkaç ses yarışmasıyla yetinildi. Oysa marifet iltifata tabidir. Siz şaire, yazara, sanatçıya destek vermezseniz, yeri gelince onları yarıştırarak ciddi bir rekabet ortamı oluşturmazsanız, teşvik etmezseniz sanat ağacının kökleri kurumaya yüz tutar. Böylece popüler kültür asırlık değerlerimizi siler süpürür.

Her insanın kendine göre bir düşünce dünyası vardır. Düşünceler tehdit unsuruna dönüşmedikçe masum sayılırlar. Bizler Yunus’un sevgisiyle, Mevlana’nın hoşgörüsüyle büyüdük. Son yıllarda şehrimizde yapılan festivallere belli görüşteki şairler çağrılıyor. Bu şairler de bizim insanlarımız, onlar da çağrılsın. Onların başarılarıyla da gurur duyuyoruz. Fakat bizler bu şehirde yıllardan beri yok sayılıyoruz. Şahsen 17 yıldan beri bu alanda kalem oynatıyorum. Şiir, hikâye, deneme, makale yazıyorum. Türk edebiyatına hizmet ediyorum.

Beni İstanbul’daki edebiyat çevreleri Trabzon’dakilerden daha çok tanıyor. Bugüne kadar 25 tane ödül kazanan bir edebiyatçının yok farz edilmesi beni yaralıyor. Mersin’de festival oluyor, beni çağırıyorlar, Nevşehir’de, Kapadokya’da festival oluyor, beni çağırıyorlar. Oralarda Trabzon’u temsil ediyorum. Fakat beni ben yapan topraklarda bu gibi kültürel faaliyetlere çağrılmıyoruz. Böyle davrananlar sanatı bile politize ediyorlar. Sonra da hiç sıkılmadan ‘Sanat evrenseldir’ diyorlar. Doğrusu bu çelişkiyi anlamakta zorlanıyorum. Gelin Trabzon için bir araya gelelim, her alanda bu şehri ileriye taşıyalım. İyisiyle, kötüsüyle bu şehir bizim… Gidebileceğimiz başka Trabzon yok. Bu böyle biline…
M. Nihat MALKOÇ

11 Kasım 2007 Pazar

Zaloğlu Rüstem olsan hikâye!


1489 yılında Trabzon valiliğine getirilen Yavuz Sultan Selim tarih ve edebiyatın yanında spora da büyük önem verirdi.

Ata binmekte, silah kullanmada ve de özellikle ok atmakta çok usta idi.

Yavuz, Trabzon’un Kavakmeydan semtini ok meydanı olarak kullanırdı.

Burada hem kendisi ok atar, hem de ok atma öğrenimi ve yarışmaları yapılırdı.

Rekorlarına erişilmesi imkansız üstatların en fazla önem verdikleri konu idmandı.

Sürekli ve düzenli idman en kaliteli sporcuların yetişmesi için vazgeçilmezdi.

Çünkü daha o dönemde “sen idmanı bir gün bırakırsan, idman seni yirmi gün bırakır” ilkesi her sporcunun beynine işleniyordu.

Okçulara verilen talimatnamede düzenli çalışılması ve tekniğe önem verilmesi şu cümlelerle ifade edilirdi.

“Her gün meydanda 300 kez sabah, 300 kez öğleden sonra ve 300 kez de akşama yakın ok atasın. Bir ay böyle idman edesin bir gün dahi ara vermeyesin. Bu şekilde idman yapıp anlatılanlara uymazsan, Zaloğlu Rüstem olsan da başarılı olamazsın. Çünkü ok, kuvvet ile değil teknik ile atılır…”

Esnaf ve Sanatkarlar odası tarafından bastırılan “Ahiliğin Trabzon’daki izleri” adlı kitapçıkta yer alan yukarıdaki bilgiler geçmişten bir anı olmaktan öte, günümüz gençleri için de bulunmaz bir örnektir.

Başarılı olmak için çok çalışmanın,

Yaptığın işin tekniğini öğrenmenin,

Sadece yetenekle bir yere varılamayacağının belgesidir.

“Ben çok kabiliyetliyim idman yapmasam da olur” diyerek kaytarmakla,

“Bendeki akıl kimde var?.

Ders çalışmasam da başarırım” demekle,

Ve de yılda ortalama bir trilyon aldığı halde futbol oynamaya sadece 90 dakika koşmak sanıp işin tekniğine Fransız kalmakla bir yere varılamayacağının yüz yıllar öncesinden kalan kanıtıdır!..

Kaynak: Gözden Kaçamayanlar / Güne Bakış

Kemençenin Ordinaryüsü: Picoğlu Osman

6 Kasım 2007 Salı

Bu da bizim 11'imiz


İşte bizim 11'imiz:

1- Görele Derekuşçulu Katip Şadi. Özellikle Görele usulünün yaşayan en büyük üstadlarından. Bu mücadele esnasında yaşı itibari ile kalede durması sağlık bakımından zorunlu olsa da etkisi büyük olacak.

2- Savunmanın solunda Koryanalı Hüseyin. Koryanalı Hüseyin özellikle defansın sağında görev yapacak olan Emin'le iyi bir ikili. Avusturya'daki ve ardından Almanya'daki kariyeri ona çok şeyler katmış bir isim.

3- Savunmanın sağında Koryanalı Emin. Koryanalı Hüseyin'in minik takımdan bu yana arkadaşı. Paf'ta birlikte yıldızları parlayan ikili daha sonra da beraber yürüdüler. Hüseyin ve Emin bu mücadelede takımı ateşleyebilecek iki isim olarak öne çıkıyor.

4- Savunmanın göbeğinde Salanoylu Mehmet. Maçka'nın bu hırçın evladı özellikle iyi yer tutuşu ile takıma önemli katkıları olacak bir oyuncu. Ayrıca uzun süre Zeytinburnu'nda gösterdiği yüksek performans ve güçlü kondisyonu onun tercih edilmesinin diğer sebepleri

5- Salanoylu Mehmet'in hemen yanında Rizeli Sadık bulunmakta. İstanbul'da önemli bir etkisi olan Rizeli Sadık Başbakan'ın hemşerisi olması itibari ile de hükümetle iyi ve yakın ilişkileri olan biri

6- Orta sahanın göbeğinde Görele Ardıç'tan Durkaya Kemal, nam-ı diğer İpşir. Derekuşçulu Katip'in hemşerisi olan İpşir özellikle driplingleri ve derinlemesine pasları ile tanınan bir isim. Rakip defansın arasından sıyrılmada usta.

7- Sol kanatta muhteşem solak Yusuf Cemal. Yusuf Cemal sağ kanadın usta ismi Cidali Çamurali'nin öğrencisi olmakla birlikte kendine has üsluplar geliştiren, her zaman yeniyi deneyip kendini yukarı taşıyan bir isim. Takımın muhteşem solağı. Bitirici hamlelerin usta ismi.

8-Sağ kanatta Çamurali. Gerek kendine has üslubu, gerekse diğer futbolculardan esinlenip zamanla geliştirdiği taktikleri ile zamanın büyük ustalarından. Sol kanattaki öğrencisi Yusuf Cemal'le de iyi bir ikili görüntüsü çiziyorlar.

9- Orta sahanın diğer bir ismi ise Sidiksalı Şevket. Bu usta isim özellikle rakip savunmayı hallaç pamuğu gibi atmak olarak açıklayabileceğimiz tekniğin bulucusu ve uygulayıcısı.

Son olarak hücumda iki usta isim:

10- Usta isim Karadereli Halil, nam-ı diğer Karaman. Kandahorlu Kuyucuoğlu ile Tuzcuoğlu'nun öğrencisi olup kendine has stili ile bir çok kişiyi etkilemiş ve kendine saygın bir yer edinmiştir.

11- Karadereli Halil'in öğrencisi Picoğlu Osman. Lakabını ustası vermiştir. Ustasının kızdığı bir anda kendisine bu şekilde seslenmesi sonucu o bu ismi almıştır. Bir nevi hiciv ve saygı ifadesi. Usta çırak geleneğinin son temsilcilerinden.

Yedekler ise Fiyakalı Enişte Erkan, Ağasarlı Sait, Çaykaralı Sinan, Meksilalı Ferhat.

Bu da bizim 11. Salon aydını değil halkın içinden isimler.

Hayırlı olsun...


Bahadır BİLGE / tasmedrese61@hotmail.com

5 Kasım 2007 Pazartesi

Trabzon’dan Gurbete Name (Fıkra Derleme-Manzume)


Uy sevgili uşağum!
Gelecekteki kuşağum
Önce selam ederum
Sora mektubuma başlarum.

Haçan korkma uşağum!
Mektubumi yavaş yazayrum.
Çünkim biliyrum ki okuman zayuftur
Cabuk okuyamazsun.

Benden sual edersen,
Buban nasildur dersen;
Ne ettuğumi oğrenmek istersen
Allahuma pin şükür iyiyum.
Yeni bir iş buldum çalişiyrum
Emrumda binbeşyüze yakin çalışan var,
Her gün başlarinda oturayrum
Hepsi kendi haline sessuz sedasuz
Baziları da var kimsesuz,
Kendi hallerunde yalanuz.

Anladumm!
Merak edeysun ne iş buldumi da,
Söyleyeceğum patlama da;
Kos kocaman bi pekçi oldum,
Bizum silukli mezarlunda

Son günlerde havalar çok iyi getti
Keçtumuz hafta buriya sadece iki defa yağmur yağdi
Piri pazartesiden perşembeye,
Oburi perşembeden pazara.

Kızmidur erkekmidur sorma da
Bacin Fadimenin karni burnunda
Cinsiyedi belli deyul da
Hacan bu yuzden soyleyemeyeceğum saa
Dayi mi oldun teyzemi da.

Bizum ilçeye bi sinema açilmiş
Sinemaya gidenler hep açilmiş saçilmiş.
Merak etme biz gitmiruk
Çunki kapidaki görevli biletleri hep yırtaymiş.


Sıra geldi koti haberle………….
Köyden bahriyede askerluk eden beş uşaği da kaybettuk.
Pindukleri deniz alti bozilmiş,
Motori durmiş
Bizum becerikli uşaklar aşağu inerek,
Deniz altiyi itekleyup çaliştirmak istemiş…
Sora da olan olmiş.


Son günlerde burada hırsızlık olaylari da artti.
Bizum arabayi da kapidan hırsız aldi kaçti
Uzülme yakinda bulunacak.
Kardaşun, hırsız kaçayken plakasıni yazup aldi.

Kardaşun Ayşe iki kulağuni da utilen yakti
Çok korktuk hemen toktora koştuk.
Toktor sordi
Bu nasil oldi?
Dedi uti yapayken telefon çaldi.
Toktor dedi obur kulağun nasil yandi?
Dedi o da ambulans çağıriyken oldi.
Toktor hem güldi hemde pansuman etti.
Tam o sırada doktorun telefoni aci aci çaldi
Ariyan emicen idi
Acele doktori isteyidi
Meğer emicenin oğli İlyas
Oynayken yutmiş bi makas
Bu toktor çok eyi çok has.
Doktor işuni gücuni bırakıp çıkayken
Telefon tekrar çaldi.
Arayan yine emicen idi
Gelmene gerek yok toktor
Komşida başka bi makas var idi oninkini alduk dedi.

Ya boyle uşağum,
Emicen Temel de köyde bi bakkal açti.
Sürumden kazanmak için
Otuza alduğuni yirmibeşe verup
Köyliya kucak açti.
Bi sabah da erkenden köyden kaçti.
Sorada örenduk ki borci boyuni aşti.

Büyük emicen İdrisi muhtar seçtuk.
Okumiş adamdur diye bütun oyları oğa verduk.
Keçen gün hepumizi zelzeleye karşi aşi ettirdi.
Göruysun oni seçmekla ne iyi bi iş yaptuk.

Muhtar İdrus hem akilli hem da dürust.
Geçenlerde köye bi taksi gelmiş,
Şoferi, muhtari araymiş
Meğer yolda bi tavuk ezmiş,
Sahibuni soraymiş..
Pakmiş bizim İdris tavuğa,
Düşünmiş kara kara,
Habu bizden deyildur.
Bizum koyde yassi tavuk yoktur
Deyip ugurlamiş şöfori yola…

Senun küçüğün Engin
Hem akılli hem bilgin
Çok uyanuk uşak çıkmiş
Öğretmeni ona bi sori sormiş
Baluklar neden konişmazmiş?
Bizumki azacuk duşunmiş
Kafani suya sok anlarsun demiş

Geçen gün de tepeye varmiş,
Elinde de bi ip sallaymiş.
Anan uy uşağum ne edeysun oriya demiş
O da hava durumuna bakayrum demiş.
Çektum oni akşam karşima
De bakayum şu hava durumi işini dedum.
Anlatti her şeyi bana
Meğer ip sallanunca havanun rügarli olduni,
İp islaninca da yağmur yağduni anlaymiş.
Dedum ya akılli olduni belli edeyi her yerde
Sende o yaşda böyle akıl nerde?

Ya işte boyle uşağum.
Memleketten saa bol bol havadis yazdum.
Çok çok selam ederum.
Allahun selameti başuna olsun derum.

Eyvah…! ! ! Unuttum uşağum,
Mektuba para koymamişum
Geç akluma geldi da
Zarfi kapatmişum..

Orhan TURHAN

Kaynak: http://siir.edebiyat.org


Türkiye'nin parlayan yıldızı: Trabzon


Trabzon Geçen hafta sonu 4-6 Agustos 2006 tarihlerinde MÜSIAD'ın davetlisi olarak Trabzon'daydım. Önce bu güzel ve şirin ilimiz olana Trabzon'u kısaca tanıyalım. Çok eski geçmişe sahip olan Trabzon, 1461 yılında Fatih Sutan Mehmet tarafından fethedilerek Osmanlı İmparatorluğu'na katılmıştır. Trabzon, Osmanlı Döneminde önce eyalet ve sancak olarak sehzade ve mutasarrıflar tarafindan idare edilmiştir. İlk sancak beyi Hızır Bey'dir. 1470 yılında sancak beyliği küçük yaşta Şehzade Abdullah'a verilmiş; Abdullah, annesi Şirin Hatunla birlikte 1479 yılına kadar Trabzon'da yaşamıştır. Yavuz Sultan Selim de şehzadeliği sırasında (1491-1512) Trabzon'da Sancak Beyi olarak bulunmuş, sonradan Kanuni unvanı alacak olan oğlu Sultan Süleyman burada doğmustur. Yavuz Sultan Selim'in Valilik yaptığı, Kanuni Sultan Süleyman'ın doğduğu Trabzon, 1868 yılında Vilayet olmustur. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün 3 kez ziyaret ettigi Trabzon, bugün de sosyal, ekonomik ve kültürel bir merkez konumundadir.

Trabzon'da kaldığım üç gün içinde tarihi yerleri gazeteci arkadaşlarla gezdik. Akşamları cadde ve sokakları dolastim. Akşamları oldukça canlı ve coşkulu bir şehir. Yazın Almancıların da gelmesıyle şehre ayrı bir hareket gelmiş. Aksamları şehir ışıl ışıl, güvenlik hâkim, şehir sakin, ancak hava oldukça nemli. Trabzon'a ilk gelisim 1990 yılında olmuştu, daha sonra Azerbaycan'a gitmek için uçakla birkaç kez daha gelmiştim. O günlerden bugüne Trabzon'da büyük gelişme olmus. Ancak şehir İstanbul'da oldugu gibi çarpık yapılaşma almış başını gitmiş. İnsan çok üzülüyor. Bu güzelim sehir kötü ve çirkin yapılarla berheba ediliyor. Buna da dur diyen yok maalesef. Ben Trabzon'u çok sevdim. İnsanları sevecen, içten ve cana yakın. Trabzon Türkiye'nin parlayan bir yıldızı olarak kendini gösteriyor. Nüfusun yaklasik 300 bin oldugu şehirde zaman zaman PKK'li bölücülerin aşırı hareketlerini görüyoruz. Ancak halk gerekli tepkiyi vermede gecikmiyor. O nedenle bölücüler Trabzon'da sürekli yer edinme çabası içindeler... Elbette milletimiz bölücülerin taşkınlıklarına izin vermeyecektir.

Gelelim iş adamları toplantısına; MÜSIAD Genel Merkez yönetimi ve 27 şube baskanı 4-6 Ağustos'ta Trabzon'da bir araya gelerek "ortak akıl - ortak irade" toplantıları gerçekleştirildi. Toplantılarda çay ve fındıktaki sorunlar ile inşaat sektörü ve karayolları masaya yatırıldı. Türkiye'nin en önemli problemlerinden birinin bölgelerarası gelişmişlik uçurumu olduğuna dikkat çeken MÜSIAD Genel Baskani Dr. Ömer Bolat yaptigi konuşmalarda; Anadolu'da ortak akla - ortak iradeye yönelik işbirliği yapılarak "bölgesel kalkınma planlarının oluşturulması" gereğine dikkat çekti. MÜSIAD'lı baskanların; ilin ve bölgenin can damarı pozisyonundaki Trabzon liman işletmesi, Dünya Ticaret Merkezi ve Trabzon Çimento Fabrıkasını heyetle birlikte ziyaret ettik ve sorunlarını dinledik. Trabzon Ticaret Borsasi Başkanı Mehmet Cirav, ÇAYKUR Genel Müdürü Ekrem Yüce, FISKOBIRLIK eski Genel Müdürü Cemal Öztürk, ÇAYSIAD Baskanı Rahmi Üstün ve MÜSIAD eski Baskani Ali Bayramoglu'nun konuşmacı olarak katıldığı "Çay ve Fındık" temalı panelin ardından il protokolü, oda ve dernek baskanlari, bürokratlar ve işadamlarını bir araya getirilerek akşamda gala programı gerçekleştirildi.

MÜSIAD Trabzon Subesi Kurucu Baskanı Dursun Hüroglu ev sahipliğinde gerçekleştirilen iki günlük programa Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener ve Bayındırlık ve İskan Bakanı Faruk Nafiz Özak'ın onur konuğu olarak katılıp konuşma yaptılar. Ayrıca Trabzon Valisi Hüseyin Yavuzdemir, Trabzon Belediye Başkanı Volkan Canalioglu, oda baskanları da iştirak ettiler. MÜSIAD heyeti, ilin ve bölgenin can damarı pozisyonundaki Alport Trabzon Liman İşletmesi'ni ziyaret etti. Limanın İsletme Müdürü Muzaffer Ermis, MÜSIAD'in ziyaretinde yaptigi konusmada Doğu Karadeniz bölgesinin en büyük limanı konumundaki Trabzon limanının Kafkasya, İran, Ortadoğu ve Orta Asya ülkelerinin dünyaya açılan ticaret kapısı olduğunu belirterek, "Bulunduğu mevki itibariyle Trabzon Limanı'nın bölgenin önemli bir lojistik üs haline gelmesi için büyük bir şans. Trabzon limanı turizm açısından da yogun giriş-çıkısıyla önemli bir hudut kapısıdır. Limanda ihtiyaç duyulan yatırımları başlattık. Şu anda en önemli engel pahalı akaryakıttır. Bu engelin aşılmasi için transit taşımacılığa mutlaka gümrüksüz yakıt destegi verilmeli" dedi.


MÜSIAD Baskanı Dr. Ömer Bolat da, Trabzon limanının işletmeye açılmasıyla sadece Trabzon'un değil bölge illerinin de hareketlenecegini belirterek, "Sahil yolunun tamamlanması da, bölgeye için önemli imkânlar getirecek. Bölge ticaretinin 13 milyardan 28 milyar dolara çıkması hedefleniyor. Petrol boru hattının da bu bölgeden geçecek olması burayi enerji üssü yapacak. Yine kaynakların değerlendirilmesiyle bu bölge ayrıca hidrojen üssü haline de gelecektir" diye konuştu.

MÜSIAD heyetiyle birlikte Trabzonspor Baskani Nuri Albayarak'ı da ziyaret ettik. Albayrak, Baskan Bolat'a Trabzonspor forması giydirdi. Yeni baskanın işine oldukça iyi ısındığını gördüm. Trabzon'un dört büyükler içinde hakkıyla daha iyi temsil edileceğini söyledi.

Üç günlük Trabzon gezimizden çıkardığım netice; Türkiye artık dinamik bir toplum. Her yerde dünyayla rekabet edebileceğimiz mütesebbis iş adamlarımız var. Bu işadamlarımız çağdaş Alperenlerdir. Türk iş adamları ve yatırımcıları Türkiye'yi yarınlara taşıyacak insanlardır. Yeter ki millet olarak iyi organize olalım, gerisi gelir...

Dr. Süleyman DOGAN / sdogan@oncevatan.com.tr

Kaynak: Önce
Vatan / Arşiv


4 Kasım 2007 Pazar

Memleketim... Memleketim... Âh Memleketim...


Memleketim… Memleketim… Âh Memleketim…

Şimdi senden çok uzaklarda sıla hasretiyle tutuşuyor bütün uzuvlarım… Hücrelerime kadar değiyor katmerleşen özlemin. Sana kavuşmayı en büyük hedef tayin ettim kendime. Senden uzakta ölmek herhalde ölümlerin en kötüsü olur benim için. Ninemin dizinin dibinde dinlediğim masallar, annemin ninnileri, âşıkların uzaktan uzağa yaktığı hasret türküleri ruhumun derinliklerinde yankılanıyor. Rüyama giriyor yemyeşil çay bahçelerin, fındık dalların, mısır tarlaların… Evimizin önündeki armut ağacında toplanan kuşların cıvıltıları aklımdan ve kulaklarımdan gitmiyor. Burada ne armut ağacı var, ne de kuş cıvıltıları… Baharın o doyumsuz kokusunu özlüyor ciğerlerim.

Memleketim… Memleketim… Âh Memleketim…

Karlı dağlarındaki beyazlığı burada ancak bir gelinin duvağında görebiliyorum. Gözelerinden akan sular, hayallerimi süslüyor. Burada musluklardan akan, her ne kadar sıvı olsa da, bildiğimiz berrak su değil. Aynı gök kubbenin altında olsak da, memleket havasını arasanız da bulamazsınız bu kör beldede… Size sunulanla yetinmek mecburiyetindesiniz. Buralarda memkeletimdeki doğallığı ve saflığı arayanlar beyhude uğraşır.

Memleketim… Memleketim… Âh Memleketim…

Yüce dağ başlarında kurulan kekik kokulu yaylalarını özledim. Bulutlarla sarmaş dolaş olan dağlarını gözümde büyüttükçe büyütüyorum, öyle ki hayallerimi aşıyorlar. Pırıl pırıl ve şırıl şırıl akan derelerin sesi kulaklarımdan gitmiyor. O derelerde avladığımız balıklar hiç unutulur mu? Ya suların önünü taşlarla, kum ve çakıllarda keserek yaptığımız derme çatma göller… Yüzmek için mayo ne gezer bizde… Ya pijamayla, ya da donla girerdik suya… Yaşı çok küçük olanlar anadan doğma girerdi göllere. Yoksulluk bükerdi belimizi… Fakat mutluyduk, gururluyduk yine de… Onurumuzu taşımasını bilirdik. Ayağımızda kara lastiklerle dere boyu balıkları gözlerdik. Kayaların altına elimizi sokar, kendimiz koymuş gibi çıkarır alırdık akşamları rızkımız olacak balıkları. Değmeyin ondan sonraki keyfimize…

Memleketim… Memleketim… Âh Memleketim…

Yemyeşil tabiatın, masmavi denizin ve gökyüzünle emsalsizsin. Boy boy ağaçların, buz gibi suların, capcanlı insanların; muhteşem dekorunun ayrılmaz parçalarıdır. Benim memleketimin insanı küçük şeylerden mutlu olmasını bilir, gülümsemek, hatta kahkaha atmak için çok büyük sebepleri aracı etmeyi beklemez. Kıpır kıpırdır güzel beldemin güzel insanları… Kadınlarımız taşıdıkları yükün altında görülmezler. Zira yükün kabalığı ve ağırlığı kadını görünmez kılar. Yine de yaşadığı hayattan zevk almaya, beyine güler yüzlü görünmeye çalışır. Zor şartlarda, alın terini su gibi akıtarak adeta taştan çıkarırlar ekmeğini. Bütün ezilmişliğine, unutulmuşluğuna, göz ardı edilmişliğine rağmen vatanını, milletini ve başındakileri sever yine de… Saygı ve hürmette kusur etmez hiçbir zaman…

Memleketim… Memleketim… Âh Memleketim…

Burada ekmeğimiz, aşımız gurbet kokar. Her fotoğraf karesi bizi yıllar evveline götürür. İster istemez kirpiklerimiz ıslanır. Çok uzaklardan peştamallı, keşanlı fotoğraflarla bize gülümseyen annelerimiz, bacılarımız ve vefakâr eşlerimiz; içimizdeki hasret yükünü iyice ağırlaştırır, adeta kurşundan bir yük biner gövdemize. Sevdalar da seviyeli yaşanır benim güzel memleketimde. Aşkların da bir asaleti, gizliliği ve seviyesi vardır. Bir kere âşık olundu mu evliliğe varır işin sonu. Gönül eğlendirme, her çiçekten bal alma hoş görülmez.

Memleketim… Memleketim… Âh Memleketim…

Türkülerin, horonların, ağıtların, düğünlerin, kına gecelerin, imecelerin unutulur mu hiç?... Fındık ve çay bahçeleri panayır yerine dönerdi. Çalışmak eğlenceye dönüşürdü. Hepimiz gül gibi geçinir giderdik. Ya karayemişlerin, incirlerin, kirazların unutulur mu? Ne diyeyim, evlatların gurbet ellerde senin kucağında son nefeslerini vermek için can atıyorlar.


M. Nihat MALKOÇ


Trabzon'a sahip çıkalım!


Trabzon; Karadeniz'in hırçın, dürüst, ülkesini ve birbirini seven insanları bir şeylerin kurbanı oluyor. Anadolu'nun güneyindeki Diyarbakır, Türkiye'nin en büyük krizinin merkezi olurken, kuzeyindeki Trabzon vatanseverlik gerekçesiyle yepyeni bir öfkenin, krizin merkezi olmaya doğru sürükleniyor. Etnik milliyetçilik açısından Diyarbakır neyse Trabzon da o yolmaya doğru çekiliyor.

Eline silah tutuşturulan 17 yaşındaki genç insanlar, hangi davanın fedaileri haline getirilebiliyor, hangi amaç için kan dökebiliyor? Nasıl oluyor da, bu ülkenin en karmaşık sorunlarına müdahale edebiliyor, kaderini belirleyecek olaylara imza atabiliyor? Bu gençler, mahallelerinde, internet kafelerinde mi bu tür kararlar alıyor?

Ya da, kim, hangi çevreler, hangi odaklar, mahallelerden topladıkları gençlerle “vatan savunması” gerekçesiyle Türkiye'yi olmadık krizlerin içine sürükleyebiliyor? Ya da bu çevreler, “tuhaf bir vatan savunması anlayışı” dışında hangi gerekçelerle, hangi bağlantılarla, hangi merkezlerle hareket ediyor? Kimler tarafından yönlendiriliyor, kimlerin hedeflerine dolaylı yol açıyor?

Trabzon etnik olarak karışık bir bölge. Sayısız etnik yapının barındığı, küçücük toprak parçasında onlarca dilin konuşulduğu Kafkaslar'ın bir uzantısı. Buraya yoğunlaşılması sadece “Türkiye tehdit altında” şeklindeki bir gerekçeyle açıklanamaz. Sokaktaki gençlerin bireysel öfkeleri olmadığına göre, Trabzon'da bu kültürü besleyen çevreler kimler, ona bakılmalı. Ve Trabzon'da bu çevreleri yerli ya da yabancı kimlerin beslediğine bakılmalı. “Neden Trabzon” sorusu dikkatle sorulmalı? Neden Anadolu'nun başka yerleri değl de Trabzon?

Bu soruyu öncelikle Trabzonlular kendilerine sormalı? Şehirlerinin bu şekilde anılması, etnik intikam mangalarıyla öne çıkması, insanlarının tetikçi olarak Türkiye'nin dört bir yana dağılması öncelikle onları rahatsız ediyor; dolayısıyla bu soruları ilk önce onların sorması gerekiyor. Ben de bir Trabzon'lu olduğum için benim de aynı soruyu sormaya hakkım var. Bölgedeki gençler sosyalleşemiyormuş da, işsizmiş de, heyecanlıymış da, herkeste silah varmış da… Bunlar Türkiye'nin kronik sorunları ve gelişmelerin bu gerekçelerle hiçbir bağlantısı yok.

Trabzon, tetikçi devşirilen bir bölge haline geldi. İnsanların hassasiyetlerinin istismar edildiği, gençlerin öfkelerinin tehlikeli amaçlar için yönlendirildiği bir bölge haline geldi. Bundan sonra ne tür suikastler yapılacak? Tetikçileri yine Trabzon'dan mı çıkacak? Kendilerini devlet yerine koyan, kendilerini bu ülkenin sahipleri yerine koyan çevrelerin sokaktan elini çekmesi için Trükiye genelinde herkes seferber olmalı. Önce devlet, sonra Trabzonlular, sonra Karadenizliler, sonra bütün Türkiye. Kendilerini devlet yerine görenlerin kimlerle çalıştıkları, kimlerden beslendikleri, nasıl semirdikleri dikkatle incelenmeli. Durum daha da kronikleşmeden Karadeniz insanı bu utanç verici durumdan kurtarılmalı, sakinleştirilmeli, çocuklarına sahip çıkmaları sağlanmalı. Trabzon'da yuvalanan bu çevrelerin üzerine gidilmeli, dağıtılmalı, bağlantıları ortaya çıkarılmalı.

Bu ülkenin yeterince derdi var. Ne zaman kafasını kaldırıp biraz ileriye baksa, birileri kafasına vurup “önüne bak” diyor? Ne zaman çevresiyle ilgilenmeye başlasa, kendine yönelik tehditler üzerine yoğunlaşsa, birileri hesabı derhal bozup bütün dikkatlerini kendi iç güvenliğine çekiyor. Bunlar birer rastlantı mı? Hadi diyelim, o çevreler, akılları sıra vatan kurtarmak için bu cinayetleri işliyor: Sonucu görmüyorlar mı? Türkiye'ye ne kadar zarar verdiklerini görmüyorlar mı? Türkiye için tehdit olarak gördükleri herkesi öldürecekler mi? Bu şekilde hangi sorunu çözecekler? Bugün bir Ermeni öldürdüler. Yarın bir Kürt lider öldürürler, öbür gün bir başka etnik çevreden birini? Ne olur o zaman? Bu ülkeye en büyük kötülüğü yapmış olmazlar mı?

Karadenizliler, Trabzonlular özellikle dikkatli olmalı. Türkiye'de etnik bölünmüşlüğün bir başka merkezi olmayı reddetmeliler. Sadece Türkiye'nin iç güvenliği, toplumsal barışı için değil, dışarıdan gelen tehditlere de dikkatle bakıp ona göre tedbirlerini almalılar? Başbakan'ın “Irak AB'den bile önemli hale geldi” dediği bir zamanda bu cinayetle Irak dikkatlerden uzaklaştırıldı.

Karadeniz bir Amerikan Gölü haline getiriliyor. Doğu Karadeniz, tıpkı Doğu Akdeniz gibi dünya ölçeğinde önemli bir stratejik bölge haline geliyor. Kafkas petrolleri bu bölgelerdeki karmaşayı artıracak. Kuzey Irak'tan Doğu Karadeniz'e uzanan kuşakta oluşabilecek istikrarsızlıklara dikkat edilmeli. Trabzonlular, bu kriz kuşağının iki merkezinden biri olmayı reddetmeli.

Merkezinde bulunduğumuz coğrafyaya bakın: Etnik, dini, mezhep eksenli her türlü ayrıştırma senaryosu uygulanıyor. Yüzyıllarca birlikte yaşayanlar şimdi birbirini boğazlıyor. Bunlar rastlantı değil. Bunlar birer proje. Aynı projenin Türkiye ayağına hizmet ettiklerinin farkında değiller mi? Aynı çözülme senaryosu bu ülkede de başarılı olduğu anda, inanın hiç birimiz güven içinde yaşamayacağız, hiç biribimizin geleceği olmayacak.

İbrahim KARAGÜL

Kaynak: Yeni Şafak / Arşiv

İbrahim KARAGÜL Kimdir?

Gazeteci - Yazar (d. 1969, Trabzon)

9 Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun olan Karagül, şu an Yeni Şafak Gazetesi'nde köşe yazarı ve Dış Haberler Sayfası editörü olarak görev yapmaktadır. İbrahim Karagül, Türkiye'de Ortadoğu üzerine kafa yoran ama bunu hakkını vererek yapan bir kaç nadir yazar arasındadır. Karagül; akıl, duygu, bilgi ve coşkuyu bir arada barındıran nadir yazarlardan...

En ciddi ve karmaşık sorunlarda bile birbirinden alakasız olaylarda yakaladığı ilginç bağlantılar, komplo teroisyenlerinin doğru ve yanlışlarını tartarak ortaya koyduğui esprilerle okuyana tat veren Karagül'ün en ciddi yazılarını bile rahatlıkla ve sıkılmadan okumak mümkün. Tabi bu kadar hafif okunan yazıların içerdiği bilgiler tartıldığında Karagül'ün farkı da ortaya çıkıyor..

Kaynak: http://www.selsus.com

Neden Karadeniz? Terör neden Trabzon'da?


Trabzon'un Maçka ilçesindeki çatışma nasıl açıklanmalı? Terör, neden Karadeniz'e yerleşmeye ve burada tutunmaya hatta yayılmaya çalışıyor? Başka örneklerini de görebileceğimiz bu çatışmalar etnik ya da mezhep eksenli mi? Yoksa bambaşka senaryolar mı uygulanıyor?

Neden Trabzon, Doğu Karadeniz giderek tırmanan bir güvenlik sorunuyla boğuşmaya başladı? Neden bölgenin hassas yapısı, zaafları kışkırtılıyor? Neden bölge insanı tahrik ediliyor ve bir öfke yaratılmaya çalışılıyor? Karadeniz'de hangi güç ne tür projeler uyguluyor ve amacına ulaşmak için terörü seçenek olarak kullanabiliyor? Bölgede kendini hissettirmeye çalışan terörün gerçekten Türkiye'nin sorunlarından mı besleniyor? Yoksa Türkiye'de belli örgütler, belli güçlerden terör ihalesi mi kaptı?

Maçka'daki çatışmanın Doğu Karadeniz'in Türkiye'nin ve bölgenin geleceğinde oynayacağı rolle ne tür bir ilgisi var? Bütün bunların küresel enerji projeleriyle ne ilgisi var? Bütün bunların Kafkaslara yönelik büyük hesaplarla ne ilgisi var? Bütün bunların giderek Amerikan gölü haline gelen Karadeniz çevresine ilişkin hesaplarla ne ilgisi var? Kuzey Irak-Karadeniz koridoru ile ne ilgisi var? Bütün bunların, Irak'ın parçalanması sonrası bölgede yürütülecek düzenlemelerle ne ilgisi var? Bütün bunların Kuzey Irak-İskenderun (Doğu Akdeniz) koridoru ile nasıl bir bağlantısı var? Kuzey Irak'ta düğümlenen bu senaryolar Kürtler'le ne kadar ilgili?

Orhan Doğan, Radikal gazetesinde yayınlanan söyleşisinde, PKK'nın Türkiye'ye ve Karadeniz'e yayılma projesi olduğunu, Karadeniz'e giden militanların bölgeye kadar hiçbir engelle karşılaşmadığını belirterek, Karadeniz'de milliyetçiliğin tahrik edildiğini söylüyor. Karadeniz'in Kürt sorunuyla ne ilgisi var? PKK Karadeniz'e sadece milliyetçiliği tahrik etmek için mi gidiyor?
PKK'nın ya da bir başka örgütün Trabzon'da yoğunlaşmasının Kürt sorunuyla ya da Türkiye'de her hangi bir etnik ve kültürel sorunla açıklamak yeterli değil. Türkiye içinde birilerinin hesaplar yaptığı tezleriyle açıklanması da… Tam tersine, Kürt sorununu da, terörü de, etnik ve mezhep eksenli gerilimleri de Türkiye'nin başına yıkmaya çalışanların çok iyi planlanmış tezleriyle karşı karşıyayız.

Irak işgal edildiğinden bu yana üç konuya özellikle ve bir çok yazıda dikkat çekmeye çalıştım: Kuzey Irak'tan İskenderun Körfezi'ne, yani Doğu Akdeniz'e, yani Mersine kadar olan bölgede önemli gelişmelerin olabileceğini iddia ettim. Oluyor zaten. İşgal öncesi aynı koridoru bir tampon bölge gibi kontrol altına almaya çalışanlar, şimdi farklı biçimlerle bunu yapmaya çalışıyorlar.

Yine Kuzey Irak'tan Karadeniz'e uzanan bölgenin zaaflarını, zayıf noktalarını istismar edecek gelişmelerin, endişe verici boyutlara çıkabileceğini iddia ettim. Üçüncü olarak da, Dicle ve Fırat nehirlerinin kaynağına kadar olan bölgelerin orta vadede istikrarsızlaştırılacağını iddia ettim. Zira Dicle ve Fırat suları, Irak ve Suriye ile Türkiye'nin arasında bir mesele iken, artık uluslar arası bir soruna, Türkiye ile ABD ve İngiltere arasında hatta İsrail arasında bir soruna dönüşmek üzere… Irak'tan İsrail'e kadar uzanan su projeleri, suyun Ortadoğu'nun geleceğinde oynayacağı stratejik rol göz önüne alındığında, bu sorunun giderek Türkiye'yi yoracağını söylemek, giderek bir iç güvenlik sorununa dönüşeceğini söylemek abartı olmayacak.

21. yüzyıl boyunca, Türkiye'nin güvenliğinde birinci dereceden belirleyici olacak iki bölge var: Doğu Akdeniz ve Doğu Karadeniz. Doğu Akdeniz bugün adeta bir hegemonya savaşına sahne oluyor. Amerika, Avrupa, Rusya, İsrail, Türkiye,bölge ülkeleri hatta Çin, 21. yüzyılın en stratejik enerji kavşaklarından biri olacak Doğu Akdeniz'de etkinlik kurmaya çalışıyor. ABD ile AB arasındaki nüfuz mücadelesi ise en şiddetlisi. Ben, Kıbrıs sorununu hep bu açıdan ele aldım. Türkiye'nin bu yüzyıla dönük en büyük projesi de Doğu Akdeniz merkeze açılan kapısını bir enerji kavşağına dönüştürmek, böylece küresel enerji projelerinde bir koridor olmak. Bu açıdan İskenderun ve Mersin limanları arasındaki bölgenin Türkiye açısından arzettiği önem katlanarak büyüyor.

Türkiye, ikinci bir Doğu Akdeniz'e sahip oluyor: Burası da Doğu Karadeniz. Bölge, tarihinde hiç olmadığı kadar Türkiye'nin ve dünyanın gündemine giriyor. Doğu Akdeniz gibi küresel enerji projeleri açısında stratejik önemi artıyor. ABD ile Rusya arasındaki Kafkaslar mücadelesi, Hazar enerji kaynakları ve Karadeniz'i dünya siyasetinde çok kritik bir noktaya götürüyor. ABD'nin Romanya ve Bulgaristan'a 25 bin asker yığacak olması, Ukrayna ve Gürcistan'daki değişim, Rusya'yı Karadeniz'den uzaklaştırma stratejisi, burayı da dünya ölçeğinde bir nüfuz savaşına sürüklüyor.

Bu tezlerden hareketle, üç liman, Türkiye'nin ve bölgenin kaderinde önemli rol oynayacaktır. İskenderun, Mersin ve Trabzon limanları. Artık bu limanlar, giderek artan ekonomik değerinin yanı sıra, bölgesel güvenlik stratejilerinde de çok önemli misyonlar üslenecek. Mersin ve İskenderun limanları, Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve enerji koridorları için hayati roller üslenirken Trabzon limanı, Hazar enerji kaynakları, İran'ın geleceği, Kafkaslar'daki satranç ve Karadeniz'e yönelik bölgesel inisiyatiflerin merkezinde yer alacak. Üç liman, hem Türkiye'nin, hem yakın çevresinin, hem de bölgede bir takım düzenlemelere girişen güçlerin siyasi, ekonomik ve güvenlik stratejilerinde çok ciddi ağırlık kazanacak.

Bunlara bağlı olarak Doğu Karadeniz, giderek dünya politikasında ağırlık kazanacak. Giderek belli güçler arasındaki nüfuz savaşlarına sahne olacak. Yaşanacak güvenlik sorunları, bölgenin hassas yapısından değil, bu nüfuz savaşlarından kaynaklanıyor. Karadeniz'e, Trabzon'a yönelen terörün, ne Kürt sorunuyla, ne de bir başka yerel sorunla bağlantısı var. Kürt sorunu çözülse bile bunlar devam edecek. Türkiye'nin içinde bulunduğu bölge 20. yüzyılın başlarını yeniden yaşıyor. Birileri bu bölgeyi de, 20. yüzyılın başlarına döndürmeye çalışıyor. Suriye'ye müdahale edilirse, İran istikrarsızlaştırılırsa, siz o zaman görün Türkiye'nin nelerle boğuşacağını…..

İbrahim KARAGÜL

Kaynak: Yeni Şafak / Arşiv

3 Kasım 2007 Cumartesi

Neden Trabzon?!


Değerli okuyucular, hepimizin yakından takip ettiği gibi Trabzon ilimize en son yaşanan Dink cinayetiyle beraber yoğun bir baskı söz konusudur. Her yaşanan olayın bir geçmişi olmasından hareketle bu hafta sizlere “neden Trabzon?” sorusunu yanıtlamaya çalışacağım.

Trabzon’un ülke tarihinde çok büyük önemi mevcuttur. İstiklal Savaşı’nın başlamasına zemin hazırlayan Atatürk’ün Samsun’a gidişi, Karadeniz bölgesinde özellikle Trabzon’da, Rum ve Ermeni çetelerine karşı halkın ve Türk çetelerin karşı koyması sonucu olmuştur. Durumu öğrenen itilaf devletleri ve İstanbul hükümeti Atatürk’ü 9.Ordu müfettişi olarak bölgedeki Türk birliklerinin silahlarını dağıtmak amacıyla görevlendirmiştir. Tabii Mustafa Kemal Atatürk bu görev yerine hepimizin bildiği gibi Anadolu Halkını örgütleme görevini yapmıştır.

Dolayısıyla Anadolu halkının İstiklal Savaşını verme mücadelesinin ilk meşalesini Karadeniz bölgesi ve Trabzon başlatmıştır.

Trabzon ilimizin milli davalara karşı duyarlılığı tarihi misyonundan gelmektedir. Bu sebeple yakın geçmişimizde bunun ilk örneğini 10-12 sene evvel Rahmi Koç’un uçakla Trabzon’daki Meryem Ana kilisesini ziyaret için getirdiği papazlara koyduğu tepki ile görmekteyiz. Yoğun halk tepkisi sebebiyle uçak Trabzon’a girememiş ve geri dönmek zorunda kalmıştır.

Akabinde bu bölgeyle alakalı geçmişte kurulan Rum Pontus İmparatorluğu’nu tekrar gündeme getirmek ve bölgedeki milli hassasiyetleri zaafiyete uğratmak amacıyla “Rum Pontus Kültürü” adlı bir kitap yayınlanmıştı. Bu kitabı yazan Karadenizli fakat Yunanistan’da eğitim görmüş bir papazdı. Hatırlarsanız bu şahıs o dönem birçok televizyon programına da katılmıştı.

Nitekim daha sonradan Pontus ruhunu tekrar canlandırmak amacıyla bölgeden birçok gencin Yunanistan’a götürülerek burada eğitildiği gündeme gelmiştir. Gerçi bazıları için bu durum kültürel zenginlik olarak algılanmak istense de geçtiğimiz sene Ordu’da bir vatandaşın jandarmaya ihbarı sonucunda orada faaliyet gösteren misyonerlerin yöre halkını evinde bulunan ineğine kadar fişlemesi ve bu kayıtların bulunması bu bölgeyi ileriki dönemlerde nelerin beklediğinin çok açık göstergesidir.

Trabzon’un milli reflekslerinin denenmesi süreci “papaz ziyareti” olayının ardından PKK’nın bölgeye yerleştirilmesi şeklinde tezahür etmiş ancak bu deneme de tutmamıştır. Halk teröristlere linç girişiminde bulunmuş, daha sonra dağa kaçan teröristleri de güvenlik güçlerine teslim etmiştir.

Trabzon’un milli refleksini ölçmeğe yönelik bir diğer hareket ise, sol eğilimli, F tipi ceza evini protesto etmek amacıyla Trabzon’da gösteri yapan TAYAD’çılar tarafından gerçekleşmiştir. Trabzon’da F tipi cezaevi olmamasına rağmen protesto eylemi yapılması yukarıda izah ettiğim milli refleks deneme savını güçlendirmektedir. Bu protesto da halkın linç etme girişimiyle sonuçlanmıştır.

Kanaatimce geçen sene Katolik papazın Trabzonlu bir genç tarafından öldürülmesi ve yine Hrant Dink’in de Trabzonlu bir genç tarafından öldürülmesi, bölgeyi devlet baskısı ile susturmak amacı gütmektedir. Akabinde vali ve emniyet müdürünün görevden alınması ve ile müfettiş gönderilmesi bu durumu doğrular niteliktedir.

Son olarak şunu söylemek istiyorum: Bizler milli hafızamızı çabuk unutsak da yaşananlardan anlaşılmaktadır ki bazıları unutmamaktadır. İstiklal Savaşının temellerinin atılmasına vesile olan Trabzon bugün ilk susturulmak istenen illerin başında gelmektedir. Bu demektir ki Trabzon susarsa Anadolu hiç konuşamaz. Saygılarımla!

Yazı ile ilgili görüş ve önerilerinizi nozgirgin@yahoo.com adresine gönderebilirsiniz.

Nihal ÖZGİRGİN

Kaynak: http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr


TRT Repertuarındaki Trabzon Türkülerinin Listesi


Rep. No-Ezgi Adı-Derleyen

71 Şapkamın Tereği Düz Mustafa Hoşsu
119 Derenin Kenarına Sereceğim Kilimi Ahmet Yamacı
140 Kahveciler Kahve Koyar Fincana Ahmet Yamacı
161 Tarlaya Ektim Soğan Ahmet Yamacı
177 Mayıs Ayı Gelende Ahmet Yamacı
184 Bel Bağımın Tokası Ahmet Yamacı
187 Böyledir Yar Böyledir Ahmet Yamacı
193 Yaylanın Çimenine Kuzu Yayılır Nejat Buhara
304 Ben Bir Yarin Bakışına Mailem Muzaffer Sarısözen
382 Ah Dağlar Serin Dağlar Muzaffer Sarısözen
400 Ayna Ayna Ellere Muzaffer Sarısözen
527 Gemiciler Kalkalım Muzaffer Sarısözen
984 Bir Yiğit Dünyada Keleş Gezende Muzaffer Sarısözen
1025 Engeller Koymuyor Yar Sana Varsam Muzaffer Sarısözen
1154 İstanbul’un(Trabzon’un) Etirafı Meteris Muzaffer Sarısözen
1241 Tel Sarı Zülüf Sarı Muzaffer Sarısözen
1284 Dumanım Derelerde Ahmet Yamacı
1508 Gemiler Giresun’a Muzaffer Sarısözen
1533 Dirvana Vurdum Uçti Cemile Cevher
1535 Hasta Oldum Derdune Cemile Cevher
1640 O Sarı Çemberuni Azize Tözem
1645 Oynayın Kız Oynayın (Derule) Cemile Cvher
1673 Terazi Tartayurum Cemile Cevher
1738 Maçka’nın Yolu Taşlık Ahmet Yamacı
1796 Sabahtan Kalkar Kızlar Cemile Cevher
1860 Anam Vay Olsun İst. Bel. Kons.
1892 Maçka Yolları Taşlı İst. Rad. Müd. THM Şb.
1919 Ezelidir Deli Gönül Ezeli Muzaffer Sarısözen
2130 Yeni Yaptım Evimi Kasım Gürsoy
2131 Gülhanım dedikleri Gız Sen misin Kasım Gürsoy
2132 Dere Sürer Gazeli Kasım Gürsoy
2142 Kazma Vurdum Çimene Kasım Gürsoy
2149 Ağısar Dereleri Yücel Paşmakçı
2328 Oy Benum Sevduceğum Ahmet Yamacı
2355 Yayladım Koyunu Muzaffer Sarısözen
2365 Yol Gider mi Gider mi Bizim Büyük Limana Cemile Cevher
2441 Çayeli’nden O Yani Mehmet Özbek
2596 Divane Aşık Gibi Dolaşırım Yollarda Cemile Cevher
2599 İşte Geldim Ekim büküm(Ramazan Manileri) Cemile Cevher
2769 Bir Oda Yaptırdım Hurma Dalından Ank. Devl. Kons.
2783 Ötüyor Bülbüller Gelmedi Bağban Ank. Devl. Kons.
2814 İki de Bülbül Bir Derede Ötüşür Ank. Devl. Kons.
2907 Atma Beni Yabana Volkan Konak
2934 Fincanı Taştan Oyarlar Ank. Devl. Kons.
2935 Garşıdan Gel Göreyim Ank. Devl. Kons.
2944 Islandı da Ötmeyi Kemençemun Telleri Ank. Devl. Kons.
2975 Yanyana Oturalım Konak Volkan Konak
3037 Karşı Beri Mezere Erkan Sürmen
3099 Gız Sana Demedim mi Şenel Önaldı
3125 Anam Beni Vay beni Volkan Konak
3126 Kuko Daldan Aşağı Volkan Konak
3127 Asmam Senin Dalından Volkan Konak
3128 Kapısının Önünde Yeşiller Pazilari Volkan Konak
3129 Soğuk Soğuk Akayi Volkan Konak
3217 Derenin balıkları Tuttu Ortalıkları TRT. Müz. Da. Bşk.
3268 Çayırım Çayırım Kuş Oldum Uçayırım Erkan Sürmen
3501 Duman Aldı Dağlara Ben Kaldım Yaylalara TRT.Müz. Da. Bşk.
3535 Bizim Yayla Düz Gibi İbrahim Can
3536 Otur da Konuşalım Senin ile Azacuk İbrahim Can
3559 Bizim Köyün Kızları Bakarlar Aynalara TRT Müz. Da. Bşk.
3562 Silme Gözyaşlarımı da Gözlerimde Kurusun TRT Müz. Da. Bşk.
3608 Ormanda Alacalar Işık Başel

Kaynak: DR. Doğan KAYA / http://www.turkuler.com

2 Kasım 2007 Cuma

Attillâ İlhan şiir yarışması ödülü Trabzon'lu şaire!

Aldığım ödülden çok gerekçesine sevindim

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'nın, Attilâ İlhan'ın anısını yaşatmak amacıyla bu yıl ilkini düzenlediği şiir yarışmasında ödül Hüseyin Alemdar'a verildi. Katılımın fazlalığı nedeniyle edebiyat dünyasında tartışılan yarışmanın sonucu merakla bekleniyordu.


Jürinin, "Biçim, içerik, üslup bakımından ve şiirlerin çoğunun özgün ve ilginç olmaları, geleneksel şiirle modern şiiri, yenilikleri bağdaştırmadaki ustalığı" dolayısıyla 'Vakitler İncelikler' adlı dosyasını ödüle değer gördüğü Alemdar, uzun süredir kendini unutturmuştu açıkçası. Bu dosya ve ödül ile bir yere kaybolmadığını göstermiş oldu. Alemdar, yarışmaya Attilâ İlhan'ı çok sevdiği için katıldığını söylüyor. Daha çok seçici kurulun 'gerekçe'sine sevinen Hüseyin Alemdar, 10 bin YTL'lik para ödülünün kendisi için belirleyici olmadığını belirtiyor. Alemdar ile ödülden yola çıkarak şiirini konuştuk.

Dosyanızı yarışmaya gönderirken ne düşündünüz?

Şiire başladığımda, beni etkileyen şairlerden biriydi Attila İlhan. İlk şiirlerimi değerlendiren de odur. Üniversitede okuyan bir kızım var. Attilâ İlhan'la yatar, onunla kalkar. Ödüle de benden çok kızım sevindi. Aslında bu yarışmaya katılmakta kararsızdım. Son iki gün kala gönderdim dosyamı. Uzun zamandır ödüllü yarışmalara katılmıyorum. Bunda Orhon Murat Arıburnu Ödülleri'nin düzenleyicisi olmamın da etkisi var. Çok önemli şairler ve sinemacılar bu ödülde yer alıyor. Onların seçici olduğu yarışmaya katılmak bana etik olarak doğru gelmiyor. Ama birkaç yıldır Arıburnu Ödülleri maddi nedenler ve şairlerin kaprisleri yüzünden verilemiyordu. Benim bu dosyada yer alan şiirlerim, dergilerde kaybolmuş gibi duruyordu.
Yarışmanın genç şairleri özendirmek gibi bir çıkışı vardı.

Çok genç sayılmazsınız. Fakat Hera Kitaplığı'yla birçok genç şaire önayak oldunuz. Jürinin kararında buna gönderme olabilir mi?

Olabilir. Ben 80 kuşağı şairlerdenim; fakat çok fazla bilinen bir şair değilim. Birçok insan ödülden sonra çok genç sanabilir beni. 44 yaşındayım. Burada adımız tırnak içinde yine genç olarak geçecek; ama genç olmak sevdiğim bir şey. Şiirde kendimi hiçbir zaman usta olarak görmedim. Bunu düşündüğün zaman hep gençsin.

Yarışmaya katılımın bu kadar fazla olmasının tek nedeni para mı?

Para ödülü özellikle genç şairleri cezbetmiş olabilir. Ama bence asıl önemli olan Attilâ İlhan ismi. Türk şiirinde birkaç isim hep anıldı ve anılmaya devam edecek. Nâzım Hikmet, Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Attilâ İlhan gibi. Örneğin şimdi Fazıl Hüsnü Dağlarca adına bir ödül düzenlense en az iki bin dosya gelir. Para ödülü de az bir miktar değil. Bu para ile yayınevi bile kurulabilir. Ben Hera ve Arıburnu yayınlarını kapatmış değilim. Bu ödülden sonra bu yayınevlerini canlandırabilirim.

Ödül jürisinin gerekçesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Beni para ödülünden ziyade gerekçe sevindirdi. Okuduğumda, ortaya çıkardığım dosyanın doğru olduğunun farkına vardım. Ödül açıklanmadan önce şiir yarışmasıyla ilgili haberler çıkmıştı. Bu haberlerden sonra, gece oturup dosyama yeniden baktım; 'Bu dosya çok ağır, birilerinin kafasına düşebilir' diye kendimle şakalaştım. 'Gelenekle moderni birleştiren' değerlendirmesi benim yapmaya çalıştığım şeyi açıklamış.

Şiirinizde, sinemacı kişiliğiniz her zaman hissediliyor.

Benim şiirimde her zaman sinema vardır. Belki de Attilâ İlhan'la örtüştüğümüz yön o. Büyük şairliğinin ötesinde sinemacıdır; ama enerjisini sinemaya fazla yansıtamamıştır. Ödüle katılmamın, bilmediğim nedenlerinden biri de bu olabilir. Ailem tam anlamıyla alaylı sinemacı. Araklı doğumluyum, ama ikinci doğum yerim Yeşilçam.

80 kuşağından biri olarak günümüz Türk şiirini nasıl değerlendiriyorsunuz?

60 ve 70 kuşağında birkaç isim varken bizim kuşağımızda masaya şu anda bile 100 şair oturabilir. 80 şiiri çok zengin ve damarlı bir şiir ve birçoğumuz hâlâ yazıyoruz. İşin tuhafı 2000'lere de 80 şiiri damgasını vuruyor. Günümüz Türk şiirinin çeşitliliğinde 80 şiirinin çok önemli rolü var. Her şeyden önce Türk şiiri çeşitlendi renklendi.

'Bana göre hayat, ilk ve son yalan'

"Başta bu dosyanın adı 'Güzel Yalan'dı. Çünkü hayat ilk ve son yalan demek bana göre. Bu dosya da yalanla başlıyor, araya vakitler giriyor. Bu vakitlerin içinde insan psikolojisine dayalı birçok vakit var. 41 vakit var. Bu dosyayı 41 yaşımda kitap olarak yayınlamayı düşünmüştüm. Maalesef vakitler bitmediği için yayınlanamadı. Halen de o vakitler sürüyor. 'İncelikler' bölümünde; aile bireylerimden tutun da şair arkadaşlarıma kadar inceliklerle ilgili şiirler var. En sonunda da güzel bir yalan var. Yani ölümün gerçekliğini anlamaya dair yazılan bir şiir. Bu şiir, sevdiğim iki şairin bir fotoğrafıdır aslında. Ahmet Erhan ve Sina Akyol'un fotoğrafının şiirini yazmıştım. Umarım uzun yaşar, bu güzel yalanı hep erteleriz.”

Kaynak:
http://www.haberler.com


Hüseyin Alemdar kimdir?

Trabzon/Araklı'da 1 Mart 1962 tarihinde doğdu. Araklı Lisesi’ni bitirdi (1980). Mimar Sinan Üniversitesi’nde fotoğraf ve sinema okudu, bıraktı (1989-1991). Babasıyla birlikte sinema sektöründe senaryo yazarı, yönetmen yardımcısı, kast sorumlusu ve yapım koordinatörü olarak çalıştı (1983-1992). Aralıklarla ofis yönetiminden editörlüğe, yayıncılıktan reklamcılığa, hayvancılıktan seracılığa çeşitli işlerde çalıştı. 2004’ten bu yana, tam hizmet bir reklam ajansında “Düzeltmen” olarak çalışıyor. İlk şiiri 1982’de Oluşum dergisinin ekim sayısında yer aldı. İlk senaryosu ise başrolünü Müslüm Gürses’in oynadığı “Yıkıla Yıkıla” adlı bir yeşilçam filmidir (1986). 1983’ten başlayarak Oluşum, Varlık, Adam Sanat, Milliyet Sanat, Hürriyet Gösteri, Broy, Yeni Düşün, Yaşasın Edebiyat, Yazko Edebiyat ve Şairin Atölyesi gibi dergilerde hemen her ay şiirleri yer aldı. Sonraki yıllarda Uç, Öküz ve Hayvan gibi dergilerde yayımlanan “sinema” ve “vefa” şiirleriyle dikkat çekti. Son iki yıldır Esmer dergisinde ise düzenli olarak “doğu” ve “ölüm” şiirleri yayımlanıyor. İlk kitabı Toplanmış Sevgi Ölüleri ile 1985 Akademi Kitabevi Şiir Başarı Ödülü’nü, “Cemal Süreya İçin On Beş Prelüd” ile de bir defaya mahsus verilen 1990 Yunus Nadi Ödülleri Cemal Süreya Jüri Özel Ödülü’nü kazandı. Şair ve sinemacı Orhon Murat Arıburnu (1918-1989) anısına şiir ve sinema dallarında 15 yıl verilen Arıburnu Ödülleri’nin kuruculuğunu ve yöneticiliğini üstlendi; şair ve denemeci Cemal Süreya (1931-1990) anısına kurulan Cemal Süreya Kültür Derneği’nde kuruculuk, Cemal Süreya Şiir Ödülü’nde ödül sekreterliği yaptı. Kurduğu Hera Şiir Kitaplığı ile ellinin üzerinde kitap yayımlayarak, genç şairlerin önünü açtı, kitap yayımlamaya özendirdi.

ESERLERİ: Toplanmış Sevgi Ölüleri (1986), Gecede Gülümseme (1987), Aşk ve Prelüdler (1993), Ten Kitabı (2000), Hüzün Kitabı (2000), Sinema Kitabı (2000).

Kaynak:
http://www.biyografi.net

Yeni ortaçağ



Trabzon/Maçka'da yalçın tepeler üstüne kartal yuvası gibi kurulu Sümela Manastırı'na yürüyerek yirmi dakikada ancak çıkılabiliyor. Tarihçiler, kilise neden bu tepeye inşa edildi sorusuna, ilk Hıristiyanlar Romalı askerlerden saklanıp gizleniyorlardı, diye cevap veriyor. Bu soru sizi bilmem, beni tatmin etmiyor.

Çünkü Hıristiyanlar tehlike geçtikten sonra binlerce yıl daha bu manastırda yaşadı, cihan harbine kadar. Bu soruya başka tür cevap bulmak için başka bir soru soralım. Kilise binlerce yıl bir kıyamet takvimi yönetiyordu, her yüzyıl başı İsa inecekti, yılbaşılarında inecekti, şuraya inecekti, buraya gelecekti, diye. İsa'nın nereye ne zaman ineceği sorunu kilisenin her günki işiydi. İşte Sümela Manastırı milyonlarca ladin ağacının (çam türü) ortasında, canlı yayın arabası gibi milyonlarca çam ağacını izliyor, İsa'nın hangi çam ağacına ineceğini buradan gözleyebiliyorsunuz. Yani, Sümela Manastırı'nın buraya inşası, buradaki milyonlarca ladin ağacından dolayıdır.

Tabii bu benim düşüncem, siz de başka sorular sorun. Ancak kilisenin bin yıllık iktidarı bir fikir değil, bir dünya gerçeğidir. Binlerce yıl hüküm sürmüş kilise iktidarı, bugün, karanlık çağ, ortaçağ, skolastik (dini dogmalar) çağı gibi adlarla tarif edilir.

Bir de şu soruyu soralım. Zamanla gaddarlaşan ve mutlak bir egemenlik kuran kilise, gücünü hangi silah/ordulardan alıyordu?

Cevabı şaşırtıcı? Kilisenin silahı yoktu. Ta ki 10/11. asırda Haçlı seferleri başlayana dek.

Peki bir soru daha! Öldürmeye ve silaha inanmayan kilise, tarihin en zalim hakimiyetini nasıl kurabildi?

Şöyle. Kilisenin silahları başkaydı. Birincisi ve en önemlisi kıyamet düşüncesi/teorisi...

Kilise, kıyamet inancını benimsetmek için elinde büyük iletişim güçleri vardı. Bunlar dini metinler, vaazlar, dini tasvir, resimler.

Ve yüzbinlerce propagandist vaazcı köy köy dolaşıp kıyameti anlatıyor. Cehennem ve mahşer tasvirleri çok etkileyiciydi.

Düşünce özetle şuydu: 'Bu yaşadığımız dünya kötülüklerle doludur, iblisler, cinler, karanlık, solucan, tuhaf yaratıklar, belalar, mağaralar, kazıklar, ateşler, tabutlar, iskeletler...'

Bu tasvirlerle insanlığın beynini yıkıyor, aklını ruhunu teslim alıyor. Mesela bu düşünceyle milyonlarca müridi olan Fransisken ve Dominiken gibi tarikatlar, 'bu dünya geçicidir, yalandır, nefsten kesilelim, dünyadan çekilelim, her gün dua ederek İsa'yı bekleyelim, İsa, bugün yarın hemen inecek, Kıyamet bir saat sonra, belki şimdi, koptu kopacak, hemen kiliseye kapanalım'. Yani bizim de tanıdık olduğumuz zühd/inziva/riyazet hayatı...

Mesela, bugün rengarenk çiçeklerle dolu baharın kırlarını görünce, hemen yatıp yuvarlanmak, gelir aklınıza. Ya da Sümela Manastırı'na çıkın, o yüksekte ruhunuz bir uçurtma gibi ormanların üstünden kayıverir. Ama o günlerde beyni kilisenin cinli/şeytanlı/kıyametli propagandasıyla yıkanmış insanlar, bu orman ve çiçekli kırları gördüklerinde, akıllarına şeytanlar, solucanlar, yani mahşer yeri gelirdi!..


Kilisenin ikinci silahı: Dışlamak/ aforoz etmekti. Bunu açalım.

Kilise insanlığa hepiniz günahkar doğdunuz çağrısı yapar. İnsanları günahkar olduğuna inandırır. Sonra, sizi günahlarınızdan ancak kilise vaftiz ederek arındırır, der.

Reddedilmesi imkansız çağrı budur. Çağrıya uymayıp kiliseye boyun eğmeyenler, şeytanlık, kafirlikle suçlanır. Cezası dışlamak, ya da ölüm.

Boru değil, bu teolojik teori, binlerce yıl hakimiyet kurdu. İnsanlığın beynini kıyametle yıkadı, sonra kıyamet tehdidiyle insanları kilise çatısı altında topladı. Sonuç: Üretmeyen, düşünmeyen, sinmiş, zavallı, paçavralar, çullar, çuvallar içinde sürünerek yaşayan milyonlarca Hıristiyan. Kolera. Veba. Hatta üretmediği için açlıktan kırılan, Mısır'dan buğday gelmezse, toplu ölümlerle tarihten silinen kasabalar. Yüzyıllar süren mezhep savaşları.

Bugün dünyayı yönetmeye kalkışan Amerikan/İsrail ittifakı kilisenin bu iki silahını kullanıyor. Yani batıda değişen bir şey yok. Birinci silahı, kıyamet, nükleer, dünyayı yokederim tehditleri ve Bağdat bombalanırken tüm Araplar'ın seyredeceği akşam dokuza ayarlanıp naklen yayın bomba görüntüleri. İkinci silahları, işte benim gücüm bu, hepiniz bana katılın, dışarıda kalanları yokederim.

Ozon delindi, karlar eridi, sular basacak gibi kıyamet senaryoları bilim adamlarınca söylenir durur, ancak asıl kıyamet senaryosu, nükleer silahlarda gizli.

Nükleer bomba atılabilir mi? Japonya'ya atom atılmıştı ama o günlerde bu silahtan başkalarında yoktu. Bilim adamları atılabilir diyemiyor, siyasiler de. Atarım diyen yok. Kimse atmaya cesaret edemez genel görüş. Niçin atılamaz sorusu başka yazıya kalsın.

Ancak atılamaz ise ellerinde neden tutuyorlar. Caydırıcı, tehdit, şantaj gibi laflar... Hadi milyonlarca insanı öldürdün, sonra. Başka neleri tetikleyecek. Kontrol edilemez. Hadi ettin, yüz tane şehri haritadan sildin. Sonra.

Bu tartışmalar dehşeti oluşturan kıyamet senaryolarına yol açıyor ve hem ABD'nin hem de bilim adamlarının işine geliyor. Böylelikle nükleer güce sahip olmakla değil, bizlerde uyandırdıkları dehşet, kıyamet, mahşer, yokedildik, dünya uçtu gibi fikirlerle iktidar kuruyorlar. Dehşet fikriyle bizi sindirmek ve çaresizce eteklerine sarılıp yalvarmamızı istiyorlar.

Mesela ortaçağların dini dogmaları gibi şu düşünceye bütün insanlığı inandırmış durumdalar: Ellerinde dünyayı yüzbin defa havaya uçuracak nükleer bombalar var!

Ufak at civcivler yesin diyeceğimiz bu saçma sapan düşünceye bütün insanların beyni ikna olmuşsa, artık, yepyeni bir karanlık çağın esaretine girmişiz, demektir.

Tam tersine, tarih bize bilimsel bir gerçeklikle gösteriyor ki, dünyayı yokederim, kıyamet, mahşer, cehennem, diyenlerin dünyada tozları dahi kalmadı. Aksine, bu saçma sapan fikirlere inanmayıp direnenler işte yaşadığımız bu dünyanın kırlarını bıraktılar.

Kilise de aynı kıyametten söz etti, ediyor. Ancak ortaçağ boyunca kıyamet görmedik. Bu sefer nükleerin gücüyle aynı tehdidi savuruyorlar. Ve senaryoları gittikçe dini metinlere, efsanelere, beyin yıkamaya, masallara benzemeye başlıyor.

Nükleer bomba atılabilir mi/atılamaz mı düşüncesi, dünya havaya uçurulabilir mi tartışmaları artık akla ziyan bir hal aldı, çünkü, akıldan çıkıp Allah var mı yok mu, İsa inecek mi benzeri gerçekötesi teolojik tartışmaların içine girdi.

Bu mantıkötesi, akılötesi, saçma sapan tehdit, şantajlarla bir büyük İsrail/Amerika imparatorluğu kuracaklarını sanıyorlar!

Tam tersi, asıl kıyamet, bu saçma sapan senaryolara inanıp sinmiş, çaresizce bekleşip ağlamış insanlarla oldu.

İşte insanlığın yüzkarası ortaçağ... Milyonlarca insanı işkenceden zulümden geçiren büyük karanlık çağ... Bu ossuruk palavra iddialarla kuruldu.

Peki, neden dünyayı yok ederim etmez mi sorusunu hep nükleer silahlara soruyorsunuz? Çiçeklere sorulacak sorunuz yok mu? Tek bir çiçeğin nasıl bir kudreti ve bilgisi var ki, onu görünce tüm tarihi ve kötülükleri ve beynimizde oluşan tüm kaygıları birden unutabiliyoruz. Çiçekler bu gücü kimden alıyor?

Bizler çiçekler gibi dünya yokedilemez fikrine inanıyoruz. Mesela bütün insanlar karar verip dünyadaki çiçekleri yokedeceğim deyip, dağları bayırları yolsalar, çiçekler bitmez, toprağın içindeki tohumlar?

İşte baharla birlikte şehirlerimize kırlarımızdan pespembe çiçekler taze tebessümleri, kokularıyla çıkageldiler. Hoş geldiler. Duru, sakin gülerek yüzümüzün içine-içine bakışıyorlar. Yüzlerinde kıyamet korkusu, üzüntü yok. Aksine güven içinde her biri.

Çok neşeliler. Şu Buda'nın yüzü gibi. Hepimizi üzen sıkıntılar, kasvet, ağrılar, telaşlar, hepsi için sadece ve tek bir tebessüm kafidir... diyen Buda'nın tebessümü gibi.

Bahar mı geldi, yoksa ortaçağ mı? Tıpkı ortaçağ insanı gibi bakıyorsunuz hayata. İşte bugün yemyeşil çiçeklerle örtünmeye başladı kırlar. Ama hepimizin kafasında bir ortaçağ dogması hakim, çiçekleri değil, mahşeri, dünya yokoldu, dehşet fikrini konuşuyor, beyninizi dolduruyorsunuz.

Nükleerlere inananlar Amerika tarafına... Bahara inananlar kırlara!...

Birileri ha bire bahara ve dünyaya inancımızı yok etmeye çalışıyor. Oysa dünyamızın umurunda değil, milyonlarca asırdır kıyametten bu kirli kıyafeti sevmedi, giymedi, giymeyecek...
Nihat GENÇ
Kaynak: Akşam / Arşiv

Asi Ruh!



Trabzonspor’dan bahsederken hepimiz futboldaki İstanbul kartelini yıkan "Asi Ruh"dan bahsederiz. İşte bu ruh nedeniyle Diyarbakırlı da, Kırşehirli de, Tekirdağlı da olsak Trabzonspor’u tutarız. Biliriz ki Trabzonsporluluk sırf basit hemşerilik duygularıyla açıklanamayacak bir olgudur. Biliriz ki Trabzonspor gerçek anlamda halkın takımıdır. Trabzonspor akşama kadar fındık toplayan Aşe halanın keşanını omzuna atarak şehre inme sebebidir. Trabzonspor olmasaydı denizden hiç ayrılmayacak olan balıkçı İdris emice karaya bir tek Trabzonspor için çıkar. Zonguldak'ta Günün 14 saati Maden ocağında kömür eşeleyenleri, bir grizu tehlikesi çıkarabilir madenlerden, bir de Trabzonspor'un golleri. Çukurova'da pamuk toplamaktan elleri nasır bağlamışların umut kaynağı, tarih boyunca hiçbir şeye sevinememişlerin sevinç kaynağıdır Trabzonspor.

Trabzonspor'un asi ruhudur bizi cezbeden ve bu ruha sahip bir takımın taraftarı olmakla övünürüz. Trabzonspor’un büyüklüğünün nedenleri 3 İstanbullunun sözde "büyüklüğü" ile alakalı olmadığı için kabullenmeyiz 4. büyüklüğü. Biz taraftarlarının gözünde en büyüktür Trabzonspor.

Küçülüyoruz!

20 küsür yıldır şampiyon olamamamıza rağmen her yıl şampiyonluk umuduyla başladık sezona. Kimi zaman kıl payı kaçırdık şampiyonlukları. 3 İstanbulluların çirkeflikleri engelledi bizi çoğu zaman. Haksız yere elimizden alınan şampiyonluklar gördük. Başbakanlara varana dek Trabzonspor düşmanlıkları gördük. Ama ümidimizi kaybetmedik hiçbir zaman.
Ta ki bu sezona kadar...

Trabzonsporumuzun 40. yılını kutladığımız, aynı zamanda 2007-2008 sezonunun başlamak üzere olduğu bugünlerde Trabzonsporlular bugüne değin hiç olmadığı şekilde ümitsizdirler. Bundan daha birkaç yıl öncesine kadar 25 bin kişi ile "hak yürüyüşü" yapan Trabzonsporun 40. yıl yürüyüşüne sadece 250 kişinin katılması bu ümitsizliğin göstergesi değilse nedir?

Peki nedir bizi ümitsizliğe düşüren? Ne oldu da Trabzonsporlular bu derece ümitsizleşti? "Taraftar bu kadar yılın ardından yoruldu" diyenler var. Bir oranda doğru olabilir. Ama kim ne derse desin Trabzonsporluların bu sezona bu denli ümitsiz başlamalarının başlıca nedeni son 2 yıldır Trabzonspor’u yöneten anlayıştır.

Son 2 yıldır Trabzonsporumuz sistemli bir şekilde küçültülmekte ve sıradanlaştırılmaktadır. Nuri Albayrak başkanlığındaki yönetim ve görevlendirdikleri Teknik direktör Ziya Doğan bu sıradanlaştırma operasyonunun sorumlularıdır.

İşte bu sıradanlaştırma nedeniyle daha birkaç yıl önce İstanbul’da Fenerbahçe’ye defans yapmasını eleştirdiğimiz, sürekli saldırmasını istediğimiz takımımız, kendi sahasında Erciyesspor’a 10 kişiyle defans yapar hale gelmiştir.

İşte bu sıradanlaştırma nedeniyle Trabzonspor’u Gençlerbirliği ile karıştırır hale gelenler, Milan Stepanov’u 3 milyon dolara satmakla övünür hale gelmişlerdir.

Bu küçültme operasyonunun adımları saymakla elbette bitmez, sonuca bakalım. Sonuç nedir?

Ümitlerimiz Çalındı!

Bugün Trabzonspor taraftarlarının büyük kısmı hiç şampiyonluk görmemiş ya da hayal meyal hatırlayan biz gençlerden oluşmakta. Yıllardır hiç şampiyonluk görmediğimiz halde büyük bir inançla takımımızı desteklemeyi sürdürdük. Hiç bir zaman da ümidimizi kaybetmedik. Ama bu sezona başlarken maalesef elimizdeki tek varlığımız da çalınmıştır: Trabzonsporlunun ümitleri çalınmıştır.

Peki bizlerde hiç mi kabahat yok? Bu küçültme operasyonu halen sürmesine rağmen biz taraftarlar kulübümüze hangi oranda sahip çıkıyoruz?

Tez zamanda Trabzonsporlular bu bilinç yanılmasından kurtulmalı. Aralık ayı kongre ayı. Trabzonspor'un asi ruhuna sahip yönetici adayları bu ruha uygun davranmalı. Siyasi iktidarın olanaklarını elinde bulunduranların tehditlerine baskılarına boyun eğmeyerek takımına sahip çıkmak için öne atılmalı.
Korkmayınız!!! Trabzonspor’un tarihi bu asi ruh ile yazılmıştır. Bugün tarih yazmak da bizlerin elindedir. Yok eğer "biz böyle iyiyiz" dersek önümüzdeki yıllarda Trabzonspor’un gitgide küçülüp yok olduğunu izlemeye razıyız demektir.

Umutla kalın...


Gökhan BAŞAKOĞLU
gokhan.basakoglu@mynet.com




Nihat Genç / Trabzonspor Üzerine



Nihat Genc BMN iftar yemeginde Trabzonspor üzerine konusuyor:

"Türkiye'nin en büyük lobisi, Trabzonlular lobisidir."

Trabzon Gecesi




Bu gece Boztepe'den
Trabzon'u seyrettik
Meydan'a, Liman'a, Çömlekçi'ye
Akçaabat'a baktık.
gökyüzü cıvıl cıvıl
Geceleri ne de güzel olurmuş bu şehir?
Ne de güzel sevdalar yaşatırmış insana
Karadeniz'e vuran yakamozlarla
Gündüz çok umarsızsın Trabzon
Ya geceleri neden bu kadar
Ağlatıyorsun bizi.

Bu gece Boztepe'den
Trabzon'u seyrettik
Issız bir ormanda
Ötüşen kuşlarla yol aldık
Ganita'ya, Faroz'a, Erdoğdu'ya
Bir melek uçuyordu başımda
Müjdeler olsun gönlüm.
Bu şehir senden çok şeyler aldı
Tek bir şey bıraktı geriye
Aşkların en güzel esaretini
Gündüzleri çok umarsızsın Trabzon
Ya geceleri neden bu kadar
Ağlatıyorsun bizi.

Sezai Özen



Kaynak: http://www.antoloji.com

Fotoğraf: http://www.resimlerx.com

Yayla Zamanı



Söz: Nihat GENÇ
Müzik: Fuat SAKA

Yayla zamani geldi
Trabzon'a bir gemi
Bir gemi geldi
Yıldızlari topladi gitti
Trabzon'a bir gemi
Bir gemi geldi
Yayla zamani geldi
Trabzon'a bir gemi
Bir gemi geldi
Dağlari yükledi gitti
Trabzon'a bir gemi
Bir gemi geldi...

Fatih ve Hoşoğlan


Fatih Sultan Mehmet’in orduları Trabzon önlerine gelmişti. Pontus Kralı Davit, Fatih’e karşı Trabzon’u kurtarmalıydı. Düşündü, taşındı, kararını verdi. Fatih’e bir heyet gönderdi, şu teklifi yaptı:- Şehrin dışında ve sahilde Ayasofya kilisesi ile kule arasında kalan bir zincir var. Bu zincir, kırk defa atılacak top güllesi ile koparılırsa, şehri teslim edeceğim. Yok eğer koparılamazsa, Fatih ordularını geri çeksin. Heyet başkanı bunları söyledikten sonra şu sözleri de ilave etti:- Devletlu sultan, topçularına her zaman güvendiğini ifade eder, bu teklifimizi elbette kabul edecektir.
Fatih Sultan Mehmet, kendisinin ve ordusunun gururuna hitap eden bu teklifi kabul etti. Haber Trabzon - Pontus Kralına ulaştırıldığı zaman, Davit :- Kurtulduk. Gözle dahi görülmeyen bir zincirin, ta uzaklardan atılacak gülle ile koparılmasına imkan yoktur. Zincir koparılmayanca Fatih de sözünde duracak, ordusu ile geri dönecektir.
Derken top atışları başladı. Bir, iki, üç! Fatih, top başında bekliyor, her atılan gülle, boşlukta kayboldukça, üzülüyordu. 39′uncu gülle de atılmış, en nişancı topçular denendiği halde, zincir koparılamamıştı. Fatih son emrini verdi:- Kendine güvenen varsa gelsin top başına! Güvenmek mesele değildi. Bu sonuncu gülle de boşa giderse, kelleyi vermek de vardı. Derin bir sükut oldu. Kimse top başına gelemiyordu. Tam bu sırada birden topun ateşlendiği görüldü. Bir gülle boşluğa uçtu. Kimdi topu ateşleyen?Herkes şaşakalmıştı. Sonunda, çelimsiz bir yeniçerinin bu topu ateşleyiverdiği anlaşılmıştı. Yaka paça Fatih’in huzuruna getirdiler.
Fatih, hiddetle sordu:- Sen topçu musun?- Değilim!…- O halde topu neden ateşledin?- Zinciri koparmak için devletlim… Fatih, hiddetinden köpürüyordu. Son fırsatı da kaçırmıştı. Haykırdı:- Tez başını vurun! Bir anda bir baş yuvarlandı. Az sonra da karşı tepelerden bir çığlık yükseldi.- Zincir koptu!… Şehir teslim oluyor!… Ortalık birbirine karışmıştı. Ordu çığ gibi şehre akıyor, en önde, koltuğunun altında kesik başı bulunan bir yenicerinin koştuğu görülüyordu! Bu, biraz önce topu ateşleyen Hoşoğlandı…
Hoşoğlan, görüldüğünü anlayınca olduğu yere yığılmış kalmıştı. Trabzon kalesinde Fatih’in bayrağı dalgalanırken, Hoşoğlan’ın mezarı üzerinde de bir türbe yükseliyordu. Destanlarla süslü bir türbe!…


1 Kasım 2007 Perşembe

Trabzon günleri (2)


Trabzon'da ikinci günün akşamında, Yomra Fen Lisesi'ndeki 'Şiir ve Yaşam' konferansından sonra, sevgili Ercan Yılmaz'ın 'Radyo Aktif'teki 'Yeraltından Notlar' programına konuk oldum. 'Radyo Aktif' Trabzon ve yöresinde ilgiyle izlenen yayınlar yapan bir radyo. Radyonun Genel Yayın Koordinatörü Serkan Türk, aynı zamanda 'Ada' dergisi yazarlarından, denemeleri yayımlanıyor dergide.

Ercan'la söyleşi biçiminde gerçekleşen programın müziklerini Serkan önceden saptamış. Özellikle de benim 'Geçmiş Yaz Defterleri'nde sözünü ettiğim müzikleri çaldı söyleşi aralarında: Moustaki'yi ve Kenny G.'yi...

'Radyo Aktif'ten çıkıp yemeğe, oradan da hep birlikte Yaşar Bedri, Ercan Yılmaz, Serkan Türk, Ertuğrul Atalay, Haydar Karsan, Hayrettin Orhanoğlu ve Hayati Ayçiçek, Cafe Keyif'e gittik. Bir gece önce de oradaydık, ben tekrar oraya gidelim diye ısrar ettim. Bilenler bilirler: Gittiğim şehirlerde, sevimli ve şirin kahveler ararım hep. Ankara üzerine yazdığım bir yazıda da belirtmiştim, okurlarım hatırlayacaklardır, beni bir şehrin cadde ya da pasajlarındaki kahvelerde oturmak, hele yaz aylarında ve bir kaldırımüstü kahvesiyse, ömre bedel bir hazla donatır. Bu defaki Trabzon seyahatimin lezzetlerinden biri de, Cafe Keyif'i tanımak oldu. Orada, o borulu gramofonun ve onca eski eşyanın arasında, dostlarla söyleşip uzak iklimlerin aromalarını çay fincanlarında tadarak geçirdiğim saatlerde, sendikacı dostum Haydar Karsan'ın ince şakalarını, zari ironilerini, Ertuğrul Atalay hoca'nın engin tarih ve edebiyat bilgisini (aslında o, bir coğrafya öğretmeni!), Hayati Ayçiçek'in tatlısert üsluplu eleştirilerini, Hayrettin Orhanoğlu'nun 'imge' üzerine derinlikli düşüncelerini dinlemek! Ne bahtiyarlık!

Ertesi sabah, yine sevgili Ercan Yılmaz'la birlikte, Kuzey TV'de, 'Nezih Saatler' programında, canlı yayın konuğu olduk. Program, adından da anlaşılabileceği gibi, Neziha hanım kızımızın programı. Neziha, beni bundan önceki Trabzon seyahatim sırasında da programına konuk etmişti. 'hurufi şiirler'den yol açıkarak Hilmi Yavuz şiiri üzerine uzun ve (bana göre elbet!) lezzetli bir söyleşi yaptık. Arada, birkaç şiirimi de okudum. Ercan da Neziha da, iyi hazırlanmış sorularla programı zenginleştirdiler. Var olsunlar!

O günkü son işimiz, dostumuz Erhan Cömert'in 'Üçyol Kitabevi'nde imza ve söyleşi idi. Erhan, Kitapevi'nin alt katını, bir kafe biçiminde düzenlemiş. Orada bir yandan çaylar içerek kitaplar imzaladım, bir yandan da gelen okur ve dostlarla söyleştim. 'Ada' dergisinin çizerlerinden (bana göre, çok esaslı bir desen anlayışı var) Hakan Sümer, Sürmene Lisesi'nden öğrencileriyle gelmişti. Hakan'ın Sürmene Lisesi'nde resim öğretmeni olduğunu bilmiyordum, Lisede 'Tekne' adında bir de dergi çıkarıyorlarmış. Bir okul dergisi olarak hem içeriği hem de mizanpajı ile, fevkalade başarılı buldum 'Tekne' dergisini. Hakan, derginin Genel Yayın Yönetmeni. Öğrencileri Hacer, Sezen, Hatice, Elif beni soru yağmuruna tuttular, 'Tekne' için bir de röportaj yaptılar.

Son geceyi yine Cafe Keyif'te, dostlarla geçirdim. Cafe Keyif'in sahibi Bora Numanoğlu kardeşime, bize gösterdiği ilgi (ve elbette, gecenin geç saatlerine kadar kaldığımız için, tahammül) gösterdiğinden dolayı teşekkür ettim. Cafe Keyif'ten ayrıldıktan sonra, Yaşar Bedri, illa Boztepe'ye çıkalım istedi. Ercan, Hayrettin, Ertuğrul Hoca ve Haydar Karsan Boztepe'den kuşbakışı Trabzon'u seyrettik. Küçük reis Bedros (Yaşar Bedri'ye öyle diyorum ben!) bol bol fotoğraf çekti.

Pazar sabahı uçakla İstanbul'a dönerken düşündüm. Belleğimin albümünde oradan, Trabzon'dan insanı, doğası ve mekanlarıyla o kadar çok imge vardı ki! Onları, o güzel imgeleri, belleğimin albümünden sık sık çıkarıp bakacağım artık...

Hilmi YAVUZ

Kaynak: Zaman / Arşiv

Trabzon günleri



Trabzon'dan İstanbul'a dönerken, pazar sabahı, gökyüzünde bulut yoktu, İstanbul'daysa karanlık bir yağmur vardı. Tıpkı kalbim gibiydi gökyüzü, İstanbul'da kapkaraydı, Trabzon'da mavi kaldı...

Okurlarım bileceklerdir: Ne zaman Trabzon'a gitsem, oradan hep büyük bahtiyarlıklarla donanmış olarak dönerim. Yaşlanınca insanın daha çok mu sevilmeye gereksinimi oluyor;- sanırım, öyle! Yaşlılığın biraz da çocuklaşmak anlamına gelmesi bundan dolayı mı? Belki de!

Orada, Trabzon'da, benim sevgili dostlarım var: Ercan Yılmaz, Yaşar Bedri! İkisi de şair. Ercan, Yomra (Trabzon'un ilçesi) Fen Lisesi'nde Edebiyat öğretmeni. Yaşar Bedri ise, onun, şairliği dışında, birçok şapkası var: Ressam, fotoğraf sanatçısı, öykücü, meselci, nakkaş... Bu üç günlük yolculuğum sırasında hiç yalnız bırakmadılar. Dünyalara bedel üç gün...

Perşembe akşamı saat 19.00 sularında Trabzon Havaalanı'na iner inmez, apar topar, Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezi'ne götürdüler beni. Trabzon Atatürk Lisesi öğrencilerinin 'Hilmi Yavuz'un Şiirleri'nden oluşan bir Şiir Akşamı'na. Trabzon Atatürk Lisesi'nin değerli Müdürü, aziz dostum Ertuğrul Atalay'ın girişimiyle, edebiyat öğretmenleri Elif Bayındır ve Hayrünnisa Gülsevil'in düzenledikleri 'Şiir Akşamı'nda, öğrenciler tam 42 şiirimi okudular. Elbette iyi hazırlanmışlardı ama, okumalar bitince yaptığım teşekkür konuşmasında, kendi şiirlerimi en iyi kendimin okuduğunu söylemeyi de ihmal etmedim elbet!!!

Ertesi sabah, önce Trabzon Atatürk Lisesi'ne, aziz dostum Ertuğrul Atalay'a teşekküre gittik, öğretmenlerle tanıştık, özellikle de rehber öğretmen Dursun Korkmaz ve Edebiyat öğretmeni Kenan Kalaycıoğlu ile sohbet ettik. Kenan Hoca'da, benim lise yıllarımdaki edebiyat öğretmenlerini andıran bir şeyler buldum sanki;- o, donanımlı ve her şeyini öğrencileri için harcayan 'mefkureci' edebiyat öğretmenlerini...

Trabzon Atatürk Lisesi'nden ayrıldıktan sonra, sevgili dostum Kenan Sarıalioğlu'nu Numune Hastanesi'nde görmeye gittik. Kenan, zatülcenp olmuş, ama çok iyi göründü bana. O her zamanki şakacılığı ile, beni artık Trabzon'a davet etmeyeceklerini, çünkü insanın 'kendi memleketi'ne davet edilmesi diye bir şeyin söz konusu olamayacağını bildirdi;- bundan önceki gelişimde, beni Trabzon'un 'fahri hemşehrisi' ilan etmişti ya, onu hatırlattı...

Cuma günü öğleden sonra Yomra Fen Lisesi'nde bir konferansım vardı: 'Şiir ve Hayat'. Söylemesi bile fazla: Sevgili Ercan Yılmaz evladım, Okul Aile Birliği Başkanı Nilgün Balçık'ın katkılarıyla örgütlemişti bu konferansı. Orada, konferans öncesi Lise Müdürü Muhsin Çavuşoğlu, Müdür yardımcısı Hasan Beşer ve Din Kültürü öğretmeni Mustafa Aktürk'le görüşürken (ayraç içinde belirteyim: Mustafa Aktürk kardeşim, Trabzon gezimizde hep benimle birlikte idi), içeriye Prof. Nazan Bekiroğlu girdi. Meğer Nazan Hoca'nın kızı Nilbeste, Yomra Fen Lisesi'nde öğrenci değil miymiş! Yomra Kaymakamı Aydın Memük bey ile Yomra Milli Eğitim Müdürü İrfan Ertav'ın da katılmasıyla, sohbet daha da genişledi. Ben Türkiye'nin en önemli sorununun nüfus sorunu olduğunu önesürdüm; Nazan Hoca ise, eğitimde ısrar etti...

'Şiir ve Hayat' üzerine konuştuktan sonra şiirler okudum ve öğrencilerin sorularına cevap verdim. Hemen şunu belirtmeliyim: Ercan Yılmaz'ın öğrencileri Burcu Aker ve Esin Yüksek başta olmak üzere, çok canalıcı sorular sordular. Yetkin bir edebiyat öğretmeni, öğrencilerini nasıl eğitip yetiştirirmiş, bunu Ercan Yılmaz'ın öğrencilerinde gördüm açıkça. İyi şairler, iyi öğretmen de oluyorlar.

Konferansın sonunda bana Yomra Fen Lisesi adına Trabzon işi telkari bir kahve tepsisi ve Yomra Milli Eğirim Müdürlüğü adına da, yine telkari bir şekerdan armağan edildi, doğrusu mahcup oldum.

Bitmedi. Trabzon izlenimlerimi anlatmaya devam edeceğim.

Hilmi YAVUZ
Kaynak: Zaman / Arşiv

Trabzon ve üç önemli konu...


Trabzon, daha doğrusu bölgeyi ilgilendiren üç önemli konu hakkında bugün kaleme alacağımız yazılar gerçekten çok önemli. Öncelikli konumuz, Sürmene Tersanesi. Tersanenin bölgeye kazandırılması gerektiğinin altını çizmiş ve 'Bugüne kadar üvey evlat muamelesi gören Trabzon ve Karadeniz bu proje ile biraz olsun kendine gelecektir. Trabzon'un ve bölgenin ekonomisini değiştirecek bu projeye herkes sahip çıkmaladır' demiştik. Biz bunları yazarken Trabzonlular ve özellikle de Trabzon valisi Adil Yazar olayın takipçisi oldular. MHP Milletvekili Nail Çelebi'yi de unutmamak gerekiyor. Sayın Çelebi'nin de yaptıkları inkar edilemez. Kim yaptıysa yaptı ve proje 2003 yılında 10 milyon dolara ihale edilecek. Bu proje ile bölgede ilk planda binlerce insana yeni iş alanları açılacak. Gelelim ikinci olayı. O da Trabzon limanı. Limanla ilgili olarak bugüne kadar o kadar çok yazı yazıldı çizildi ki limanı yönetenlerin, özelleştirmeye çıkaranların da kafası karıştı. Limanın Trabzon Özel İdaresi'ne verilmesinden sonra işletmesinin devri konusunda yapılanlardan bugüne kadar sonuç çıkmadı. Bu konuda vali Adil Yazar'la yaptığımız görüşmede sorunun ivedi olarak çözümlenmesi gerektiğini, aksi takdirde kamuoyunda yanlış anlaşılmalara neden olduğunu ve sorun doğuracağını ifade etmiştik. Kendisi de bizimle aynı fikirde olduğunu, en kısa zamanda ihale edilmesi gerektiğini ve bunun için uğraştığını söylemişti. Velhasıl sonunda limanla ilgili şartname hazırlanmış. Bu ne demek biliyor musunuz? Liman en kısa zamanda faaliyete geçecek. Tabii burada şüphelerimizi ortadan kaldıracak olan çalışmalarda bir aksama olmazsa. Gelelim üçüncü önemli konuya. Trabzon ve bölge için günlerdir tartışma konusu yapılan Pontusçuluk olayları. Bu konuda çeşitli kesimlerden farklı açıklamalar geliyor. Bölgede infial yaratabilecek nitelikteki olayların yeniden gündeme getirilmesindeki amacı anlamak mümkün değil. Bizim gibi düşünen 50'nin üstündeki sivil toplum örgütü ve siyasi parti temsilcileri bu olayı kınayıcı açıklamalar yaptılar. Bu konu sadece Trabzon ve bölgenin değil, ülkenin sorunudur. Yetkililerin bu konuda acil olarak ciddi ve etkili adımlar atması gerekir.

Mustafa BAYRAKTAR

Kaynak: Akşam / Arşiv